20 Mart 2016 Pazar

Dergi Yazıları:

Burası AKP Burdan Çıkış Yok!

Toplumsal Özgürlük- Şubat 2016

Arenalar açılıyor ardı ardına. Bu kadar arenanın açılması hayra alamet değil. Arenalar birilerinin imparatorluk rüyalarının süsü oluyor. O rüyalarda aslanlara yem olan muhalifler de var.

Spor, iktidarın şu ana kadar fethedemediği nadir alanlardan bir tanesiydi. Esasında kale içten fethedilmişti fakat bu zafer bir türlü tribünlere kabul ettirilemiyordu. Uzun yıllar çeşitli sporcular arasında sürdürülen cemaatsel çalışmalar sonucunda AKP iktidarının sahalardaki ayakları da oluşmuştu. Ceza shasında top kovalamaktan milletvekilliğine uzanan yol hikayenin bir kısmıdır esasında. Biz şu an işin kitleler kısmına bakalım.

Bize her yer deplasman
Toplumun hemen hemen her alanında kendine has örgütlenmeler kuran AKP’nin giremediği nadir alanlardan bir tanesi spor alanlarıydı. Daha doğrusu girmeye çalıştığı bu alanlarda her hamlesi ters tepmişti. O zamanlar başbakan olan R. Tayyip Erdoğan her gittiği maçta adeta deplasman takımı seyircisi gibi karşılanıyordu.

2010 yılında İstanbul’da düzenlenen Dünya Basketbol Şampiyonası finalinde ABD ile karşılaşan Türkiye ikinci olmuş ve kupa törenine katılan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile beraber Başbakan Recep Tayyip Erdoğan canlı yayında dünya televizyonları önünde binlerce seyirci tarafından ıslıklarla ve alkışlarla yoğun bir protestoya tabii tutulmuşlardı. Başbakanı hemen arayıp özür dileyen ise Hidayet Türkoğlu oldu.

2011 yılında Galatasaray’ın Seyrantepe’de TOKİ tarafından yapılan yeni stadının açılışına katılan Başbakan Erdoğan’ın stada girişi anons edilir edilmez protestolar başlamış ve Erdoğan konuşma yapmadan stadı terketmek zorunda kalmıştı. O zamanlar TOKİ başkanı olan Erdoğan Bayraktar ise konuşmasını yoğun protestolar altında tamamlamıştı.

2012 yılında bir futbol efsanesi olan Lefter Küçükandonyadis’in cenazesi için Kadıköy’de bulunan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Şükrü Saraçoğlu Stadyumunda düzenlenen törene protestolar altında katılabilmişti.

Beni sevmeyeni ben de sevmem
Görüldüğü kadarıyla iktidar spor sahalarında pek sevilmiyordu. Sporun koç başı kulüpleri iktidarın pençesi altında çeşitli yaptırımlar ile diz çöktürülüyor ama tribünler bir türlü hizaya gelmiyordu. Özellikle Gezi ve ardından gelen Haziran süreci futbol taraftarlarının bu iktidar karşıtlığının ne kadar gerçek olduğunu ortaya koyması açısından oldukça önemlidir.

Gezi sonrasının tribünlere yansıyan sloganları ve protestoları Passolig uygulamasına kadar devam etmiş ve Passolig ile beraber tribünler boşalmış ve boşalan tribünler de haliyle sessizleşmişlerdi. Bu sessizlik iktidarın tam da istediği şeydi. Çünkü onlar Passolig sonrası süreci kendilerine göre organize etmişlerdi bile.

Yeni Türkiye’nin Statları
Yeni plan şuydu: Şehrin en güzel yerlerine konmuş statların hepsini yıkıp AVM yapın. Yeni statlar yapın ve içlerini de yandaş taraftarlar ile doldurun. Ve hepsi de iktidarı öven sloganlar atsınlar.

Bu furya Konya ile başladı. Konya’nın yeni stadı bir nevi yükselen yeni Türkiye’nin yeni statlarının prototipini oluşturdu. Burada toplanan güruh nasıl bir seyirci oluşturulmak istendiğini örneğiyle gösteriyordu: Konya stadında oynanan milli maç öncesi Ankara katliamında ölenler için yapılan saygı duruşu tekbir çekilerek ıslıklandı.

Konya’da gösterilen ‘hassasiyet’ AKP hormonlu statlara hemen yayılıverdi. Bu sefer Başakşehir Stadı’nda Yunanistan ile oynanan dostluk maçı öncesi Paris katliamında ölenler için yapılan saygı duruşu benzer bir davranışa maruz kaldı: Sloganlar, tekbirler ve ıslıklar.

Ardı ardına stat açılışları gerçekleşiyor. Ülke futbolu geriye giderken bu kadar stadın açılışı ve bomboş tribünler kafalarda soru işaretleri de oluştururken AKP cevapları çok gecikmeden geliyor. ‘Seyirci mi? Siz merak etmeyin, bizde çok var.’

En son Bursa’da yapılan yeni stat ve bu stadın açılışında ibretlik sahnelere şahit olduk. Bursaspor taraftarı yeni stat açılışında bulunmadılar. Bir kısmının protesto ettiği bu açılış daha çok Bursa ve civarında bulunan AKP teşkilatlarının dağıttığı davetiyeler ve kaldırdıkları otobüsler ile gerçekleşti. Stadyumun içi AKP ve iktidar övgüsü dolu pankartlar ile donatılırken içerde Bursaspor sevdalılarına dair pek bir ize rastlamak mümkün değildi. Stat açılışı tam anlamıyla bir AKP şovu olarak gerçekleşti. Aynı diğer yeni stat açılışları gibi.


Yeni Türkiye’de karşımıza statlar artık Arena olarak çıkıyor. Her bir arena geçmişe özlem duyarcasına iktidardakilerin İmparatorluk özlemlerini giderdikleri birer yapılar olarak şekilleniyor. Rüyaları da bu arenalarda muhaliflerini aslanlara yem etmek. Şimdilik bunu doldurdukları hormonlu seyircileriyle söylemde gerçekleştiriyorlar. Ankara’da, Paris’te katledilenler böylesi bir güruhun histerilerinde fütursuzca tekrar bu arenalarda katledildiler. Arenaların yarını bugünden üç aşağı beş yukarı belli gibi.

4 Mart 2016 Cuma

Ceza sahasında oynayan kulüp: Amedspor


Yıllar önce bir tur ile Barselona’ya turistik bir gezi yapmıştık. Türk rehber eşliğinde yaptığımız yarım günlük şehir turunun bir yerinde, Katalonya Parlamentosu’nun önünde rehberimiz özerk parlamento ve orada konuşulan dil ile Katalan bayrağı hakkında bizleri bilgilendirirken arkamda tura katılan iki kişinin ‘nıç, nıç, nıç’ diye rehberin anlattıklarını ayıplayan tavırlarına şahit olup basmıştık kahkahayı.

Esasında refleks olarak yaptıkları kendi düşünceleri çerçevesinde çok da yanlış değildi. Kendi memleketinde de özerklik isteyen ve bir başka dili konuşan kesimlere nasıl tavır alıyorsa orada da egemen güçten yana tavrını koymuştu hemşerilerimiz. Ne zaman Barselona maçı izlesem aklıma bu sahne gelir. Bu anlamda Barselona maçlarının her hafta ekranlara sansürlü yansıması en doğrusu olmalıdır. Neden kendi ülkemizde benzer talepleri ekranlara yansıtmazken el alemin ‘özgürlük’, ‘bağımsızlık’ taleplerini ve ‘ayrılıkçı’ bayraklarını izlemek zorunda kalalım ki? İşin ucunda Messi, Arda olsa bile ayrılıkçı haykırışları çekmek zorunda mı bu millet canım? Ailenle oturmuş güzel bir Barça maçı izlemek için televizyonu bir açıyorsun karşında nal gibi ‘Katalonya İspanya değildir’ yazan bir pankart. Oyyy! Çocuğunun mu gözünü kapatacaksın, eşini mi bu günah laftan koruyacaksın? Alimallah ya bir kupa maçında ülkemizde de böyle bir pankart açılırsa? (Geçen sene Azerbeycan’da oynanan Barselona – Sevilla UEFA Süper Kupa Final maçında Barselona tribününden 40 dakika sarkıtılan koca Kürdistan bayrağını TRT’den izlerken de aynı paniğe kapılmıştı zaten o kişilik. Yine mi Barselona?! Esas bölücü bunlar vallaha, hep onların başının altından çıkıyor zaten bu özerklik, öz yönetim falan. Kesin bu TAK’ın da bunların Tiki-Taka’sıyla bir alakası vardır. Aydınlık bu konuyu araştırsa iyi olur.)



Allahtan bizde açılmaya çalışılanlar en fazla çocukların öldürülmemesiyle falan alakalı. Ona da zaten gerekli muameleyi göstermekte geç kalmıyorlar.

Solun futbola bakışında ezberi bozamama sanatı
Şahsen çok yerde, uzun zamandır yazdım. Herhalde uzun zaman yazmam diyordum ama on yılda bir tekrar etmek işin doğasında varmış demek ki. Belli klişeler var ki böyle dönemsel ortaya çıkıveriyor. İşte onlardan biri de şu meşhur futbol-afyon ilişkisi ve ardından gelen Salazar’ın 3F’si. Daha da var da şimdilik buradan devam edelim.

Çok uzatmadan, kısaca şöyle söyleyeyim: Hayatta her şey kitlelerin afyonu olabilme potansiyelini taşır. Sinema da,  Metrobüs de, çalışmak da, Facebook da pek ala kitlelerin afyonu olabilir.  Afyonluk, söz konusu  şeylerin tam da verili düzenin devamı için nasıl bir manivela rolü üstlendikleriyle alakalı bir durumdur. Çubuğu tersine bükebilme kabiliyeti gösterebilirseniz afyonun keyif verici özelliğiyle karşı karşıya kalmanız da olasıdır.

Son yılların politikleşen tribün mücadelesi bu açıdan dikkate değerdir. En tepe noktasına Gezi Direnişi ile ulaşan taraftar hareketinin yarattığı etki neredeyse devrimci hareketin kitlelerin militanlaştırılması hedefinin yaşama geçmiş hali gibiydi. Gezi sonrası sezonun pek çok stadı ortalama sol bir mitingde atılan kadar siyasi slogana sahne olmuştur herhalde. Ali İsmail Korkmaz’ın ailesinin Şükrü Saraçoğlu Stadı’nda izledikleri maç sonrası binlerce insanın attığı ‘Katil devlet hesap verecek’ sloganı ise bu siyasileşmenin en uç noktasıydı. Bundan ötesi ise Türkiye sol siyasetinin ana sorunuyla bizi yüz yüze bırakır ki bu artık futbolun ve onun yarattığı etkinin konusu değildir: Bunca politikleşmiş insanın örgütlenme sorununu sol siyasi partiler çözemezse kitleler ne yapsın?

Amedspor ceza sahasına girdi
Bu kısa girizgahtan sonra son günlerin futbol–politika sarmalında yer alan konusuna gelelim: Amedspor. Öncelikle konuyu bir yerli yerine oturtalım. Kafalarda var olan Diyarbakırspor-Amedspor karışıklığına bir açıklık getirelim. Diyarbakırspor 1968 yılında kurulmuş ve 2013 yılında kapanma noktasına gelmiş ve yıllarca en üst ligde mücadele etmiş bir kulüptür.  Amed SK ise 1990 yılında amatör olan bir kulübün Diyarbakır Belediyesi tarafından satın alınarak önce Diyarbakır Belediyespor, sonra da sırasıyla Diyarbakır Büyükşehir Belediyespor, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi DİSKİspor, yine Diyarbakır Büyükşehir Belediyespor ve en son bugün Amedspor olarak adlandırılan Amed Sportif Faaliyetler adını almıştır. Bu iki kulübün dışında Diyarbakır’da bir de Diyarbekirspor vardır. Bu kulüp de geçmişte Yeni Diyarbakırspor ismiyle faaliyet sürdürürken Diyarbakırspor’un kapanma durumuyla karşı karşıya kalmasıyla kulübün boşa çıkan amblem ve renklerine sahip çıkarak ismini Diyarbekirspor olarak değiştirmiştir.

Diyarbakır’da genel durum böyledir. Şimdi bunu neden yazma gereği duydum? Şunun için; Diyarbakırspor’un bir dönem devlet projesi olarak ele alınıp afyon olarak kullanılma durumu ile bugünkü Amedspor’un durumunun birbirine karıştırılmasına engel olmak için. Evet, bir dönem Diyarbakırspor devletin tüm imkanlarıyla desteklenmiş, başarılı olması için ilginç yöntemlere dahi başvurulmuştu. Fakat bölgenin ve şehrin genel yapısı bu durumun çok da uzun soluklu bir proje haline gelmesine imkan tanımamış ve hızlı bir düşüş ile süreç en dip noktada sonlanmıştır. (Kuşkusuz bu düşüşün başka nedenleri de vardır ama onlar bambaşka bir yazının konusudur.) Yani futbol dünyasına en yabancı ama en klişe tabirlere teşne okur için şöyle ifade edeyim: Devletin Diyarbakırspor’dan ‘milli’ bir takım yaratma çabası Barselona karşısındaki  Espanyol gibi kalmıştır. (Espanyol, Barselona şehrinde bulunan diğer takımdır ve İspanyollar tarafından kurulmuştur. Şu anda onlar da kendilerini Katalan olarak tanımlasalar da uzun yıllar Katalanlara karşı merkezi hükümeti temsil etmişlerdir.)

Bağımsız taraftarlık örnekleri: Barikat ve Mor Barikat
İşte bugün Amedspor’un yarattığı etki, 1999’da Diyarbakır Belediyesi’nin DEHAP tarafından kazanılmasıyla birlikte şehrin değişen ruhuyla oluşmaya başlamıştır. Malumunuz, futbol onca sorun arasında ilk sırayı almamaktadır. O yüzden bu süreç biraz zamana yayılarak yaşanmaktadır. Şehrin yukarda bahsettiğimiz ruh haline yakın kısmı yavaş yavaş gözlerini Diyarbakırspor’dan çekerek DİSKİspor ve sonra da Büyükşehir Belediyespor’a çevirmişti. İlginin artması ise kulübün ismini değiştirip Amed adını alması ile oldu. Daha doğrusu tüm ülkeye yayıldı. Bu ilgiyi perçinleyen şey ise kulübün bağımsız taraftar oluşumunun ortaya çıkmasıydı. İsimlerini de şehrin ruhuna uygun olarak  Barikat olarak seçmişlerdi ve futbolun alışılmış erkek egemen yapısını gerileten kadın taraftarlar Mor Barikat ismiyle organize oldular. Bu tip tribün grupları genelde isim olarak kalır ve ortalıkta efsane olarak dolaşırlar. Fakat Amedspor’un tribün karşılığı olarak bu isimlerin şehir efsanesinden çok, kalabalıkları organize eden bir yapısının olması, gittikleri her şehirde bırakın kendilerine ayrılan tribünü, stadın geri kalanını da dolduracak kadar insan çekmeleri ilginin ne kadar çok ve gerçek olduğunu göstermesi açısından önemli.

Tarihsel mücadelelerin spor müsabakalarına yansımış biçimleri ister istemez sahalara bambaşka sorunları yükler. ABD-İran, Fransa-Cezayir, Almanya-Hollanda, Celtic-Glaskow Rangers, vb. karşılaşmalar hep spordan öte anlamlar yüklenen karşılaşmalar olmuştur. Şu an Amedspor’un yüklendiği misyon da biraz bu yöne doğru gitmekte, temsil ettiği nitelik kendisini bir kulüpten daha fazlasına doğru taşımaktadır. Geçmişin Diyarbakırspor’unun bir dönem için ‘Espanyollaştığı’ noktada Amedspor da ‘Barselonalaşma’ durumu ile karşı karşıyadır denebilir. Bunu sportif başarı ve Barselona’nın endüstriyel futbolda tuttuğu yer olarak okumayın lütfen. Katalanların gözünde FC Barselona’nın kimlik ve temsiliyet anlamında edindiği meşru yerdir burada kast edilen.

Bu durumun devletin de bu anda istediği bir şey olmadığı görülmektedir. Kulübün aldığı cezalar bunun en iyi göstergesidir. Maddi cezalar, seyircisiz oynama cezaları, futbolcuya kesilen cezalar hep dile getirildiği biçimde çifte standart içerisinde yanlı verilmiş cezalardır ve bu yaklaşım da devlet açısından Amedspor karşısındaki konumlanmayı netleştirir. Resmi cezaların yanı sıra kulübün isminin canlı yayınlarda söylenmemesi, spikerlerin açık biz-onlar şeklinde yaklaşımları, ekranlardan kaçırılan görüntüler de hep bu resmi yaklaşımın sonuçlarıdır.

Bu arada şunu da belirtmeden geçmeyelim, bugün Amedspor popüler olduğu için ön planda durmakta ve çok konuşulmaktadır. Yoksa benzer durumlar bölge takımlarının hepsi için geçerlidir.  Dersimspor’un, Cizrespor’un yaşadıklarını ayrı ayrı anlatmak gerekir.

Başka bir spor mümkün
Tekrar Amedspor’a dönecek olursak, eşşeğin sevmediği hesabı, Amedspor bugün devletin burnunda biten ottur. Her yerden susturulmaya çalışılan barış çağrılarının yeşil sahalarda dile gelmesidir. Beyaz şovun Ayşe öğretmeni gibidir. Bir suç yoktur ortada ama ceza sahasında hakemin uydurduğu kusurlu bir hareket vardır.

Günün ağırlaşan siyasi havası içinde Amedspor’un varlığı bu havayı dağıtıcı bir rol oynuyor mu diye bir bakmak lazım.  Dağıtıcı bir pozisyonu olmadığı kolayca görülecektir. Ama futbol ile ilgilenenler açısından olayın popülizme kurban gitmesi her halde en üzücü şey olur. Ardına bir şehri ve şehirden öte bir ruhu almış kulübün kendi anlayışı etrafında toparlanarak ortaya bir Barselona modeli çıkartmaması için hiçbir engel yoktur. Hele içinde bulunduğu atmosferde herkes öz yönetim havası solurken ve Rojava’da bambaşka bir hayat yeşermeye başlamışken.

Spor ve özellikle kitleleri peşinden sürükleyen spor dalları, oluşturduğu mitler ve elde ettiği başarılar ile beraber belli modeller oluşturabilir ise ortaya herkese keyif verici bir madde çıkar. Amedspor bu modelin olumlu anlamda sinyallerini vermektedir. Bu bünyede özellikle kadınların spor sahalarında ve tribünlerinde yer bulması oldukça önemlidir. (Mor Barikat’ın yanı sıra Amedspor’un kadın futbol takımını takip etmenizi öneririm.)



Velhasıl, Amedspor kendi bağımsız yolunu çizerek sahalarımızda pek görmediğimiz hareketleri geliştirmeye müsait bir ortamdadır. Devletin bugüne kadar farklı yollarla geliştirmeye çalıştığı uyutma projelerine karşı uyanış projeleri ile Barselonalaşma ve St. Paulileşme hamlesi pek ala mümkündür. Bu yönde atılacak adımlar futbolu cendere altına almış olan endüstriyelleşme sömürüsüne de güzel bir cevap olma özelliğini taşıyacaktır. Eşit ve özgür bir hayat mücadelesinde neden farklı bir spor anlayışı da yeşermesin ki?


Yanlış anlaşılmasın, bu yazı tepeden bakan bir akıl verme yazısı değildir. Tamamen şahsi gözleme dayalı temenni yazısıdır. Elbet kulübün sahipleri olan üyeler, taraftarlar, şehir halkı ve yöneticiler buna beraber karar vereceklerdir. Temennimiz şudur ki; Amedspor için oyunun neredeyse tamamı ‘ceza’ sahasında oynanıyorken neden pozisyonlar gole çevrilmesin?