St. Pauli Bizi Fethetti
Bu sene 8. Kez düzenlenen Antira futbol turnuvasına 2. kez katıldık. Turnuva Alerta isimli antifaşist taraftar örgütlerinin organizasyonuyla iki yılda bir Almanya’da St. Pauli taraftar birliği olan Fanladen’in, ara yıllarda da belirlenen grupların organizasyonuyla gerçekleştiriliyor. (Yapılan toplantılar sonucunda önümüzdeki sene Malmö taraftarları düzenleme işini üzerlerine aldılar.)
Bu sene ilk katıldığımız seneden farklı olarak tüm
organizasyon St. Pauli’nin stadı olan Millentorn’da gerçekleştirildi. (İki sene
önce stad inşaatından dolayı başka bir amatör takımın sahası ve tesislerinde
gerçekleştirilmişti.) Turnuva stadda oynanıyor, insanlar tribünlerde maçları
izliyor, koridorlarda da gelen taraftar gruplarının açtığı standlardan
alışveriş yapıp bira içerek sohbet ediliyordu. Hemen stadın yanında da
Avrupa’nın çeşitli yerlerinden gelen gruplar kendilerine ayrılan çadırlarda
kalıyorlardı.
Tamamen birbirini tanıma ve davet esasıyla çağrılan taraftar
grupları kaynaşmakta çok güçlük çekmiyordu. Kah çeşitli yazışmalardan kah da
çeşitli ziyaretlerden herkes birbirini çok iyi tanıyordu. Geçen turnuvaya
Türkiye’den ilk kez davet edilen grup Vamos Bien iken bu sene Ankara’dan
Gençlerbirliği taraftar grubu Kızıl Kara da organizasyondaki yerini aldı.
Turnuva
Turnuvanın esası temsilden çok kaynaşmayı amaçladığı için
takımlar tek başlarına sahada bulunmak yerine belirlenen taraftar gruplarıyla
bir takım oluşturdular. İkili gruplar ister birer devre olarak isterlerse de
karma takım çıkartarak maçları yaptılar. Bizim beraber oynadığımız taraftarlar
Marsilya taraftarlarıydı. Gerçi takımdaki eksiklikler orada olan herhangi bir
kişi tarafından da doldurulabildiğinden bu sınırlar çok da önemli değildi ama
kağıt üzerinde olması gereken bir takım ve çıkılması gereken bir maç vardı.
Toplamda 18 takım (Her biri iki ayrı gruptan oluşuyor.) 30
Mayıs-1 Haziran tarihleri arasında 3 grupta maçlar yapıp ilk 16 sırayı
alanlarla elemeli usul üzerinden finale kadar gittiler. Karma takım oluşturulsa
da kadınlar için de ayrı bir kategori var. Geçen seferden kendimize bir çeki
düzen verme sözü vermemize ve bu organizasyona 6 ay öncesinden hazırlanmaya
başlamaıza rağmen 14. Olmaktan kurtulamadık. Gerçi tarihlerin ilk açıklandığı
zaman bilet organizasyonu yapıp kafileyi yola düzmeye hazır etmiştik ama
sonradan gördüğümüz kadarıyla biz daha uçaktayken turnuva başlamış ve ilk üç
maçı oynamışlardı bile. Bize kalan ise son bir maç oynamak gibi gözükürken
organizasyonun yorgunluğu (tabii sadece organizasyon değil tek sebeb J ) pazar sabahı son
maça zorla çıkmamıza ve elendik nasıl olsa diyerek konsantrasyonu başka işlere
vermemize sebep oldu. Ama arkasından gelen ‘hadi eleme maçınız var’ anonsu
grubu bir anda şaşkınlığa sürükledi ki bu şaşkınlıkla sahaya çıkmak oldukca
zordu.
Sadece Futbol mu?
Merkezine futbolu koyan ama futbol oynamak dışında paneller,
atölye çalışmaları, söyleşiler ve bol sohbeti de futbol kadar önemli olan bu
organizasyona katılıp da mutlu, huzurlu ve kafası dolu dönmeyen bulmak zordur
sanırım. Neredeyse üç gün boyunca uyumayan bir organizma gibiydi kamp alanı.
Sürekli bir konuşma, tezahürat, gürültü yumağında uyumak oldukça güçtü zaten.
Bir de 22.30 gibi kararıp 03.00 gibi aydınlanan havayı da yanına eklersek
günler bitmek bilmiyordu.
Yola çıkış
İlk gün olan 30 Mayıs Cuma günü İstanbul’dan yola çıkan 9
kişi öğlenden sonra Hamburg Havaalanına indik. Burada bizi karşılayan Antira
ekibi iki minibüs ile bizi kamp alanına getirdi. Kamp alanında bizden önce
İstanbul’dan gelen 5 ve Almanya’dan katılan 2 arkadaşımızla buluşarak ekibimizi
tamamladık. Altı ay önceden organize olmanın meyvesi olarak 16 kişi olarak
Antira’da yerimizi almış bulunduk. Önce
beraberimizde götürdüğümüz pankartları Millentorn’a asıp sonra maça çıkacak
arkadaşlarımızı hazır ettik.
Bu arada bizim de gelmemizle beraber Alerta toplantısına katılmak üzere gruptan bir arkadaşımızla beraber toplantının yapılacağı lokale doğru yollandık. Yolda diğer gruplardan gelen arkadaşlarla kısa sohbetler yaparak toplantıyı gerçekleştirip etkinlik çadırında gerçekleştirilecek panelde yerimizi aldık.
Pankartlarımız tribündeki yerini aldı |
Bu arada bizim de gelmemizle beraber Alerta toplantısına katılmak üzere gruptan bir arkadaşımızla beraber toplantının yapılacağı lokale doğru yollandık. Yolda diğer gruplardan gelen arkadaşlarla kısa sohbetler yaparak toplantıyı gerçekleştirip etkinlik çadırında gerçekleştirilecek panelde yerimizi aldık.
Panelde USP, Bukaneros, Kara Kızıl ile beraber söyleştik |
Panelin konusu ‘Sosyal Gösterilerde Taraftarların Rolü’
olarak belirlenmişti ve katılan dört konuşmacıdan ikisi de haliyle Türkiye’den
gelen Vamos Bien ve Kara Kızıl adına konuşan arkadaşlardı. Diğer ikisi ise
Ultras St. Pauli ve Bukaneros gruplarındandı. Doğallığında buradaki ana
konuşmalar ve sorulan sorular hep Gezi direnişinin etrafında döndü durdu.
Panel sonrası artık akşam olmuş (gerçi hava apaydınlıktı
ama) ve gece yapılacak parti öncesi hem karnımızı doyurma hem de kısa bir St.
Pauli turu yapmaya karar verdik. Yediğimiz yemekleri biraz dolaşarak eritmeye
çalıştıysak da kamp alanında içtiğimiz biralarla bu pek de mümkün gözükmüyordu.
Biranın sudan daha ucuz olduğunu düşünecek olursak bundan daha doğal birşey
aramak da biraz saflık olurdu.
Bira önemli
Bu arada bira hemen stadın aldında Fanladen (St. Pauli
Taraftar Birliği gibi bir oluşum) odası ve Taraftar barının hemen önünde
satılıyordu. Bira Hamburg’un en yaygın birası ve aynı zamanda St. Pauli’nin de
sponsoru olan Astra birasının şişesiydi ama ilginç bir uygulama yapmıştı
Antira’yı organize edenler. Plastik turnuva bardaklarını 1 Euro’ya satıyorlar
ve şişeleri bu bardaklara dolduruyorlardı. Bira içmek için bardağı yanınızda
taşıyordunuz ve götürüp yine 1 Euro’ya doldurabiliyordunuz. Böylece ortalıkta
şişeler çöp gibi yığılmıyor ve de kırılarak insanlara zarar veremiyordu. Gerçi
herkes bardakları kaybediyordu ama elinizi attığınızda bir bardak buluyordunuz.
Bir de 6-7 yaşında çocuklar bardak toplayıp bunları paraya çeviriyor ve gidip
St. Pauli ürünleri alıyorlardı ki sonuçta para yine bir biçimde taraftar
ürünleri veya kulübe gidiyordu.
Uykusuz ve alabildiğine soğuk bir gecenin sabahında kısa bir
St. Pauli turu yapıp Cumartesi günleri açılan bit pazarına rastgelerek 1-2
saatimizi ilginç ve çok ucuz bir alışverişin içinde geçirdik. 2 Euro’ya plak, 4
Euro’ya postal, 2 Euro’ya şapka gibi şeyler alıp tekrar kamp alanına geçtik.
Burada, atölye çalışmaları, söyleşilerin yanısıra Alerta toplantısı bir önceki
gün kaldığı yerden devam etti.
Gezi Direnişi
yıldönümü
Cumartesi günü turnuva maçlarına ara verilmişti. Günün ilk
kısmı diğer çalışmalara ayrılmışken öğleden sonra tam saha iki maç oranize
edilmişti. Bu maçlardan ilki Göçmenler ile ikincisi de Eski St. Pauli’li
futbolcu karmasıyla Antira karmalarının karşılaşmalarıydı. Antira karmasında
isteyen herkes oynamak için başvurabiliyordu. Vamos Bien adına iki arkadaşımız
ilk maç olan Göçmen karmasıyla karşılaşırken sahada bulunan tek kadın
futbolcunun grubumuzdan bulunması bizim için ayrı bir kıvanç kaynağıydı. Maç esnasında
maraton tribünde bulunan taraftarların coşkusu görülmeye değerdi.
Gün 31 Mayıs’tı ve bizim için ayrı bir öneme sahipti bu gün.
Gezi olaylarının yıldönümü olması ve İstanbul’dan gelen haberler ile grup
olarak farklı bir ruh halindeydik. Gelmeden önce organizasyon komitesinden bir
anma yapmak için izin istemiş ve buna dair birtakım hazırlıklarda bulunmuştuk.
Bir metin hazırlamış ve bu metni ingilizce ve almancaya çevirmiştik.
Pankartlarımız ve Gezi şehitlerinin resimleri tribünde yerini almıştı ilk günden.
Bir de Almanya’dan gelen arkadaşımız bol miktarda meşale ve sis bombası
getirmişti. Amacımız kale arkasında pankartlarımızın asılı olduğu yerde bu
anmayı yapmaktı ama o tribünün arkasında bizim organizasyondan bağımsız
çocuklar için bir etkinliğin olması ve meşale ile sislerin çocukları rahatsız
etme ihtimaline karşı bizi Maraton tribününe aldılar ve iki maçın arasında da
mikrofonu bize vererek metnimizi okumamızı sağladılar.
Uzun metinleri kitlelere okumak Türkiye’de derttir. Gerçi
yazdığımız metin görece akıcı da olsa kalabalıklar genelde dinlemez ve bir
uğultu olur, insanlar sıkılır diye tek dilde okumaya karar verip ingilizce
bilen bir arkadaşımıza verdik okuma görevini. O teknik masada yerini alırken
biz de tribünün üst bölümünde pankartımız (OccupyGezi) meşalelerimiz ve sis
bombalarımızla hazır bir biçimde bekliyorduk. Kara Kızıl’ın da katılmasıyla
beraber anma etkinliğinin duyurusu yapıldı ve arkadaşımız metni okumaya
başladı. Bütün herkes susmuş ve cankulağıyla söylenenleri dinliyordu. Konuşma
bitince bu sefer meşalelerimiz ve sislerimizle beraber tek tek Gezi
Şehitleri’nin isimlerini bağırarak bir de tribünde andık onları ve ardından da
Gezi sloganları. Herkes alkışlarken ‘Alerta, Alerta, Antifascista’ sloganıyla
da bütün katılanları ortaklaştırarak anmamızı bitirdik.
Tribünden ayrılırken herkesin gelip tek tek bize saygılarını
belirtmesi ve konuşma üzerine birşeyler söylemesinden anladık ki insanlar
dinlemişler. Bu bizim için büyük şaşkınlıktı, çünkü ülkemizde bu tür konuşmalar
genelde dinlenmez. Ama amacımıza ulaşmıştık. Gezi direnişini ve o günden bugüne
yitirdiklerimizi tek tek Avrupa’nın dört bir yanından gelenlere anlatmıştık.
Vamos Bien standı |
Berkin bizimle
Standımıza gittiğimizde bu ilginin orda da devam etmesi bizi
oldukça şevklendirdi. O gece St. Pauli semtinde bulunan ve Gezi benzer bir
direnişe sebep olan işgal evi Rote Flora’da Antira için yapılacak bir konser
vardı. Tüm katılımcılar staddan Rote Flora’ya kadar yürüyüş yaparak gidecektik.
O an standımıza bir haber geldi ve polisin yürüyüş güzergahında önlem aldığı ve
bize özel olarak da polis saldırmadan saldırılmamasını ilettiler. (Nasıl bir
izlenim bıraktıysak artık J
) Biz de Türkiye’de Gezi yıldönümüne ait kara haberler alırken böylesi bir
yürüyüşle oldukça heyecanlanmıştık. Hemen standımızı toplayıp yürüyüşe
hazırlanmak için çadırımıza geçtik.
Çadıra geçerken organizasyonda da aktif görev alan USP
içindeki ZieleGruppe isimli altgrubun (ki kendileriyle oldukça yakın ve de
sıcak ilişkiler içindeyizdir) bizi ziyaret edeceklerini öğrendik. Çadır içinde
herkes üstünü başını akşama göre düzenlerken bir anda başlayan bir tezahürat ve
çıldırma eşiğinde kapalı çadırda patlatılan mavi bir sis bombası ile ortam
Şirinler köyüne dönerken sabahlara kadar tezahürat yapıp, içen İskoçlar,
Belçikalılar ve bilumum ülke insanı şaşkın bakışlar ile bizi izlemeye başladı
ki sanırım noktadan sonra adamların saygısı farklı bir aşamaya evrildi. Çadırdan
dışarı çıkan mavi duman ve içerden gelen ‘Biber Gazı Oley’ sesleri ile artık
nefes almak dayanılmaz noktaya erişince kendimizi dışarı güç attık. Bir
kısmımız birkaç saat mavi tükürdük ve çadır 12 saat kadar sis koktu ama oldukça
eğlenceliydi J
Çadırdan kendimizi dışarı attığımızda karşımızda ZielGruppe
elemanlarının şaşkın bakışlarını görünce biraz toparlandık. Sonra karşılıklı
tezahüratlar ve beraber az çıldırmalardan sonra dost Zielgruppe bize Elvan
ailesine vermek üzere stadda açtıkları Berkin pankartı ile kendi grup
pankartlarını verdiler. Biz de onlara kendi grup pankartımız ile hazırladığımız
grup kitapçığını verdik ve karşılıklı kısa konuşmalardan sonra beraber resim
çektirdik.
Berkin için Zielgruppe'nin Millertor'da açtığı pankart |
Rote Flora yürüyüşü
Daha sonra yürüyüş başladı ki ortalık bir anda çatır çutur
patlayan torpillerle yankılanmaya başladı. Staddan çıkan yaklaşık 1000 kişilik
bir grup son derece coşkulu bir biçimde yolları kapatarak Rote Flora’ya doğru
meşaleler, torpiller eşliğinde akıyordu. Yolda polis yoktu ama gelen haberler
hemen güzergahın arka sokaklarında yoğun önlem alındığı şeklindeydi. Yol
boyunca 1-2 banka tahribatı ve yazılamalar dışında pek olay yaşanmadı. Antikapitalist
ve antifaşist sloganların dışında türkçe ve almanca atılan ‘Her Yer Taksim Her
Yer Direniş’ sloganı gözlerimizin gazsız yaşarmasına sebep oluyordu.
Rote Flora’nın önüne gelince yaklaşık yarım saat kadar cadde
trafiğe kapatıldı ve sloganlarla beklendi. Yarım saat sonra insanlar yavaş
yavaş binaya girerek konser için beklemeye başladılar. Biz de ilk kez
girdiğimiz bu mekanda hem St. Pauli’li dostlardan buranın hikayesini dinledik
hem de etrafımızı inceledik. Bina 20 yıldan fazladır semt sakinlerinin işgali
altında. Evsizlere kalacak yer olmaktan kültür merkezine uzanan bir hikayesi
var. Kültür merkezi olurken evsizleri dışlama gibi bir tutum yok elbette.
Kültür merkezi diyince gözünüzde allı pullu bir yer canlanmasın. Oldukça kıt
imkanlarla kotarılmış ve her tarafı grafiti ve duvar yazılarıyla kaplı bir
bina. Ama herşey semt sakinlerinin insiyatifinde. Ne isterlerse onu yapıyorlar.
İster atölye çalışması, ister konser, ister tiyatro.
Konser oldukça geç başladığı için biz bir grup yaşı geçkin
Vamoslu olarak kamp alanına doğru geçerken genç Vamoslular daha yeni içeri
giriyorlardı. Hava yeni kararmış, saat gece yarısı civarıydı J
Son gün Son maç!
O geceyi de oldukça soğuk ve bu sefer daha fazla sarınarak
geçirdikten sonra sabah kalkan küçük bir grup olarak bir gün önce soğuktan cesaret edemediğimiz
duş olayını gerçekleştirmek istedik. Saat 10.00’da açılan duşlar için 9.55’de
Shower yazılarını takip ederken kendimizi bir anda ‘Evsahibi’ ve ‘Misafir’
yazan odaların önünde bulduk. Evet, yıkanmak için kullanılan yerler tam da
futbolcuların soyunma odalarındaki duşlardı. Sıcak sıcak duş kemiklerimizi
nasıl ısıttı anlatamam.
Duşun ardından sıra sabaha karşı gelen tayfayı
uyandırmaktaydı. Çünkü bir gün ara verilen fikstüre son grup maçımızla devam
edecektik. Saat 11.30 sıralarında son maçımızı oynamak üzere çadırı
ayaklandırdık. Bu o kadar da kolay olmadı haliyle ama sahada takımı bir şekilde
varettik. Adamlar o kadar organizasyon yapmışlar, çıkmamak olmaz ennihayetinde.
Bu maçı da kaybettikten sonra bütün ekip olarak turnuvayı kapatıp standımızın
başına geçmiştik. Artık kalan kısmı sohbet, takas ve alışveriş ile geçirecektik
ki gelen haber bütün ekibi sarstı: Son 16 eleme maçımız var! Nasıl yani?
Elenmedik mi? Elenmemişiz meğersem ama artık çok geç herşey için. Marsilyalılar
ve bizim zayıf desteğimizle elenmeyi becerip işimize devam ettik J
Öğlen civarı biten turnuva son final maçlarının oynanması
öncesinde geleneksel toplu fotoğraf çekimi için verilen ara ile devam etti.
Bütün katılımcıların maraton tribününde yerini alması ve coşkulu tezahüratlar
eşliğinde çekilen fotoğraflar bizi kesmemişti. Fotoğraf çekimi bitmesine rağmen
biz tribünün üstündeki yerimizi muhafaza edip bağırmaya devam edince gidenler
de geri döndüler haliyle. Zielgruppe ile yaptığımız tribüne Omonia Gate9, AEK
Original21 ve Atalanta Antifa Bergamo’luları da davet ederek coşkuyu üst
noktaya taşıdık. Bundan sonra zaten adımızı turnuvanın en coşkulu grubu
ünvanıyla anar oldu herkes.
Kadınların ve erkeklerin final maçlarının ardından (gerçi
kadınlar kategorisinde finale çıkan iki takım da anlaşarak maç yapmadan
birinciliği paylaşmayı seçmişler ve sonra da dostluk maçı yapmışlardı ama) kupa
törenine geçildi. Kupa töreni Antira’da şöyle oluyor ki, katılan her grup
ülkesinden bir hediye getiriyor ve bu hediyeler bir şekilde diğer gruplara
tören esnasında veriliyor. Biz de bir kutu hazırladık hediye olarak. Kutuda bir adet rakı, grup tshirtü ve hazırladığımız grup kitapçığı yeraldı. Erkekler kategorisinde birinci olan Ultras St. Pauli
– Celtic Green Brigade karmasının kupayı almasıyla tören ve turnuva sona erdi.
Geçmiş yıllarda Antira futbol turnuvasını kazananların yeraldığı plaket |
Hediye masası ve arkada turuncu kutuda Vamos'un hediyesi |
Finalde USP-Green Brigade karması ile Bordo-Düsseldorf karması oynadı |
Ultras St. Pauli - Celtic Green Brigade takımının kupa coşkusu |
Tribünde ve koridorda gruplar olarak beraber çektirdiğimiz
fotoğraflardan sonra iyiniyet göstergesi olarak yaptığımız değiştokuşlar ile
Antira2014’ü fiilen bitirmiş olduk. Akşam Zielgruppe ile beraber yediğimiz bir
yemek ve ardından da kamp alanında kaldırdığımız kadehler, kutladığımız iki
gruptan birer arkadaşımızın doğum günleri ve de gece son kez St. Pauli
taraftarlarının pubı olan Jolly Roger’de içilen biralarla ertesi gün erkenden
kalkmak üzere çadıra günün aydınlanmasına az bir süre kalırken girdik.
Son gün öğlenden sonra kalkacak uçağa kadar kalan vakti
Hamburg’u gezerek geçirdik ama kimse kusura bakması Hamburg bir St. Pauli
değil.
Antira 2014’de kafama
takılanlar
- Klişe bir söylemdir; futbol taraftarları ve alkol yanyana gelince ortaya atom bombasından daha güçlü bir tahrip gücü çıkar. Dört gün boyunca Avrupa’nın değişik yerlerinden gelen ve içinde İtalya, Hırvatistan, Almanya, İngiltere, İskoçya, İspanya, Fransa gibi futbol ve tribün konularında oldukça fazla olayın olduğu taraftar grupları üyelerinin olduğu bir ortamda neredeyse 24 saat kesintisiz akan alkolün sebep olduğu olay sayısı sıfırdı. Beraber içildi, tezahürat yapıldı, eğlenildi, konuşuldu, tartışıldı, maç yapıldı tek yapılmayan şey ise olaydı. Buraya gelen taraftar gruplarının temel niteliği olan antifaşistlik, ırkçılık karşıtlığı, cinsler arası eşitlik, homofobi karşıtlığı ve antikapitalistlik bu gruplar arasında herhangi bir olay çıkmasına temelden engeldi çünkü. Milletler arası bir rekabetten ziyade dayanışma duygusunun ön planda olduğu bir ortamda olay çıkaracak yegane unsur alkolden ziyade başka şeyler olabilirdi ki o düşünce burada yoktu.
Olay molay yok vallaha - Dört gün boyunca St. Pauli stadını ve sahasını ev gibi kullanırken gözümüze çarpmayan en önemli şey kulübün herhangi bir yöneticisiydi. Gördüğümüz tek sorumlu ve organizatör bizatihi taraftarın kendisiydi. Sahi bu kulübün başkanı, yönetim kurulu, yöneticisi filan yok mu yahu? Onlar olmadan nası böyle bir organizasyon yürüyebiliyor ki? Sorduk, taraftara köpek çeken de yokmuş burda. Anladık ki burada Aziz olan Pauli’den başkası değilmiş.
- Yine bu dört gün boyunca stadı, sahayı ve hatta futbolcuların soyunma odalarını, duşlarını kullanırken karşımıza ne engel çıktı diye soracak olursanız vereceğimiz cevap hiçtir. Belli yerlere konan paravanlar kale arkasındaki etkinlikle Antira’yı ayırmak için seperatör görevi görüyordu, o kadar. İsterseniz diğerine de geçebiliyordunuz. Onun dışında kimse birşeye karışmadı. Herkes stadı evi gibi kullandı. Peki zarar ziyan nedir? O da koca bir hiç. Kırılan ne bir koltuk ne bir cam, çerceve. Herşey yerli yerinde geri dönüyoruz. Saha aynı zamanda insanların gelip çocuklarıyla maç yaptığı bir oyun parkı gibiydi.
Saraçoğlu'nda topa böyle vurmak için seçilmiş olmak gerek herhalde - Kendi stadımızdan alıştığımız o güvenlik görevlisi duvarını da orada göremedik. Güvenlik yokmuydu? Elbet vardı, ama gece kamp alanında görev yapan ve gerçekten orda kalanların güvenliğini sağlayan birkaç görevli, o kadar. Onun dışında askeri düzende insan güvenliğinden çok eşya güvenliğini sağlayan bir yapı göremedik. Bir de polis olayı var ki o da yoktu organizasyonda. O da olmayınca zaten olay çıkaracak bir sebep de kalmamıştı. Kimsenin burnu kanadı mı? YOK!
- Göze çarpan, daha doğrusu çarpmayan şeylerden
biri de stadın duvarlarından bize sırıtan reklamlardı. Reklam vardı elbet ama
ana duvarlar hep kulübün ruhunu yansıtan güzel duvar resimlerine ayrılmıştı. Ön
planda olan reklam değil, taraftar ve kulüp grafitileri ve duvar resimleriydi.
Ruhsuz, soğuk ve insana mesafeli değil aksine içine çeken, sıcak resimler. En
iyi yerler sponsorlara değil renklere ayrılmıştı hep. Ve stickerlar. Heryer
taraftar stickerlarıyla doluydu ve sökülmemişti. Bu sadece stad için değil
bütün semt için geçerli. İnsan onları okurken bile bir çok şey öğreniveriyor.
Stadın içinden bir duvar resmi Stadın içinde bir kapı
- Biz kendimizi kandırıyoruz. Türkiye’de ‘Halkın Kulübü’ yok. Bu kadar net. Halkın parasını bastırıp da satın aldığı hizmetler var. Halkın kulübü nasıl olunuru bu turnuva vasıtasıyla net gördük ve bizdeki yalgının ne kadar yanılsamalı olduğunu anladık.
- Ve geri dönerken içimizi saran bütün karamsarlığın yanında en çok üzen de ‘bizde bunlar olmaz’ duygusunun ağır basmasıydı. Aynı neoliberalizmin ve onun yarattığı azgın ekonomi ile yarattığı vahşi karakterin değişmez olduğu hissiyatı gibi. Hakkaten başka bir kulüp mümkün olamaz mı?
Halkın Stadı Millerntor |