25 Aralık 2014 Perşembe

3 TEMMUZ’DAN BUGÜNE FENERBAHÇE

UYANIŞ, AYAĞA KALKIŞ, YÜRÜYÜŞ…


Redaksiyon Dergisi - Sayı:6 - Şubat 2014

Uyanış

En klasik tabirle Türkiye gibiydi Fenerbahçe camiası. İçinde bu ülkeye dair ne varsa barındırır, halk ne tarafa kayarsa o yöne doğallığında eğilirdi. Bir yanıyla Mustafa Kemal’in takımı diye övünülürken diğer yanıyla Erdoğan’ın kazandığı seçimi ‘Türkiye’ye yakışan Fenerli başbakan’ pankartıyla karşılardı. Ama tribün her zaman tribündü ve kendine has kültürü vardı. 90’ların hızlı sağcılaşma döneminde Kadıköy tribünlerine bindirilen Ülkücü kıtalara direnç gösteren ise yine tribünlerdi.

Ne olduysa 3 Temmuz 2011 günü oldu ve bir daha kapatmamak üzere gözlerini açtı koca camia.

O pazar sabahı bir tutukluluğa uyandı Fenerbahçeliler. Anlamadıkları ama başlarından aşağı kaynar kazanların boşaldığı bir sabaha uyandılar. Kulübe baskın yapılmış, başkan Aziz Yıldırım ve bazı yöneticiler gözaltına alınmıştı. Ortada dolaşan iddia kazanılmış bir şampiyonluğun şike ile elde edildiğine dairdi. O kadar çok şey yazılıp söyleniyordu ki kısacık sürede olayın şokunu yaşayan insanlar hiçbirşeyi mukayese edemez bir sersemliğe mahkum olmuşlardı.

Türkiye futbolunun kirli yapısını bilenler için sürpriz olmayan bir müdahaleydi ama yapının gerçekte temiz olan bir yanı da yoktu. İlk ayılma tam da o anda başladı. Fenerbahçe bu kirli sistemde bir parçaysa diğerleri neydi?

Bu düşünce, son dönem davalarını izleyenlerin deneyimleriyle birleşince yavaş yavaş yerini ikna olmaz bir anlayışa bıraktı. Ortaya atılan iddialar öncelikle Fenerbahçe taraftarı tarafından yeni sorular ve gittikçe altı boşalan iddialar haline geldi.

Fenerbahçe camiasının büyük kısmı tarafından sevilen ama herkesi de kapsadığını söyleyemeyeceğimiz başkan bu süreçte gösterdiği tutum ile bir anda lider pozisyonuna geçti. Ve tam da o anda Özel Yetkili Mahkemeler’in işleyiş biçimi kimseyi şaşırtmamak üzere Ergenekon, Balyoz, KCK, Devrimci Karargah davalarında izlenen yollardan geçerek akla karayı, sapla samanı birbirine kata kata bilinçleri çorba etmek üzere organize bir çabaya girdi.

Yaşananları benzeştirerek yapılan operasyonun tüm parçaları kapsamaması kafalarda soru işaretleri oluştururken ÖYM’ler ve soruşturmayı sürdüren savcılar, ortaya muğlak ve belirsiz kanıtlar süren Emniyet Fenerbahçe camiasındaki ilgiyi de haliyle iktidar bloğu ve Gülen Cemaati üzerine yoğunlaştırdı. Operasyonun ilk şokunun atlatılması ile Fenerbahçe camiası açısından sorunun da adı konmuş oldu: Fenerbahçe’yi ele geçirme operasyonu.

O gün hemen hemen eksiksiz tüm Fenerbahçelilerin iddiası şuydu: Ortada yapılmış bir şike varsa bunun tüm sorumluları eksiksiz ve ayrımsız cezalandırılsın. Ama futbolun tüm kirlenmişliğini Fenerbahçe üzerinden aklamaya çalışıyorsanız da buna izin vermeyiz…

Nitekim tüm bu dava süreci bir yıl kadar Fenerbahçelilerin yoğun çabasıyla Köprü yürüyüşünden, Silivri’ye, Çağlayan adliyelerindeki duruşmalara kadar hep bir iktidar karşıtlığı ve bunun karşısında da yoğun çatışmalarla sürdü gitti. Devlet her davada kalabalık grupları biber gazı, TOMA ve coplar ile dağıtabildi. Her dava salonda görülenin yanında dışarda da ayrı bir hesaplaşma ile sürdü gitti. Fenerbahçe camiasında yatan iktidar karşıtı canavar bu yolda uyandı ve yaşananların adını net olarak ortaya koydu: Cemaat Fenerle Başa Çıkamaz!

O gün cemaat olarak adlandırılan içinde iktidar partisini de barındıran bir güçtü. Fenerbahçe ve Türkiye futbolunun simge isimlerinden Lefter Küçükandonyadis’in cenazesinde Erdoğan’ın statta yaşadığı protestolar bu ayrılmazlığı göstermek açısından oldukça önemlidir.

Devletin intikamcı yapısı hemen o sezonun son maçında kendini gösterdi ki 12 Mayıs 2012 tarihinde oynanan Galatasaray maçından sonra ortada o kadar olayı doğuracak sebep yok iken ortalık bir anda savaş alanına döndü ve onbinlerce insan ayrımsız biber gazı ile provoke edildi. (Yaşananlar sanki Gezi olaylarının provası gibiydi.)

Aziz Yıldırım’ın tahliyesine kadar geçen bir yıllık sürede Fenerbahçe camiası çok yol aldı, iktidar ile arasına çok mesafe koydu. Bu süre tam bir uyanmaydı.

Ayağa kalkma

Aziz Yıldırım’ın tahliyesi sonrası camia yelkenleri suya indirmiş gibi gözükse de Gezi süreci esasında uyanmış camianın ayağa kalkması için bir nedene ihtiyaç duyduğunu gösterdi. 3 Temmuz’un uyandırdığı hiç te hesapta olmayan bir kitle bir anda Gezi sürecinin aktörlerinden bir tanesi oluyordu. Dışardan bakanlar için anlaşılması zor gözükse de olayları takip edenler için beklenen bir katılımdı bu. Daha Gezi olayları yaşanmadan kısa bir süre önce Kadıköy’de taraftarlar(tesadüf ki bir önceki sene gibi yine 12 Mayıs ve yine Galatasaray maçı) Reyhanlı’da yaşanan patlamanın sorumluluğunun hükümette olduğunu görmüşler ve maçtan önce büyük bir katılımla bu durumu protesto etmişlerdi. Her ne kadar Fenerbahçe başkanı Başbakan’dan önce bu protestocuları terörist diye yaftalasa da bu durumu kimse takmamış aksine daha da öfkeye neden olmuştur.

31 Mayıs günü kopan Gezi olaylarında Fenerbahçelilerin yoğun katılımının okumasını bir yıl geriden başlatmak gerekmektedir. 3 Temmuz 2011’de başlayan uyanış 31 Mayıs 2013 ile ayağa kalkmaya evrilmiştir. 10 Temmuz 2011’de denenen ama yoğun polis saldırısıyla (Polisin ”gerekirse mermi kullanın” emrinin kayıtları internette rahatça bulunabilir) yarım kalan Boğaz Köprüsü’nden yürüyüş  o gece tamamlanmış ve şehrin iki yakası bir araya gelebilmişti. On beş gün boyunca gerek Gezi Parkı’nda gerekse Türkiye’nin değişik şehirlerinde Fenerbahçeliler aktif olarak görev almış ve taraftarlık kimliklerinin artık farklı bir anlam kazandığını sokakta bizzat yaşayarak görmüşlerdir.

Çatışmaların yoğun yaşandığı Taksim Beşiktaş hattı kısa sürede Kadıköy hattına kaymış ve burada 3 Temmuz’un yarattığı direnç ete kemiğe bürünmüştür.

Liglerin başlamasıyla beraber sokaklarda sönümlenen protestolar bir anda stadyumlara taşmış ve Kadıköy protestoların sayılı merkezlerinden biri olmuştur. Özünde çok da yaygın yaşanmayan bu protest yapının sayılı köşe taşlarından biri de Şükrü Saraçoğlu Stadyumu olmuştur.

Yürüyüş… Ama nereye?

Ve geldik son ve içinde bulunduğumuz döneme. Yargıtay’ın Aziz Yıldırım hakkındaki kararı onamasıyla başlayan III. döneme. Bu dönemin en önemli özelliği yeniden yargılama süreci ve 2013 sonunda artık açıkca ifade edilen hükümet cemaat çatışması.

Hükümet Cemaat çatışması sonucunda yaşanan ve bir ucu emniyete öbür ucu da yargıya uzanan kriz beraberinde yeni olasılıkları da getirdi. Bu olasılıklardan bir tanesi de Özel Yetkili Mahkeme’lerin kaldırılarak buralarda görülen davaların yeniden ele alınmasıydı. Yargıtay’ın Aziz Yıldırım hakkındaki kararı onamasıyla beraber gündeme gelen bu yeniden yargılama olasılığı da Fenerbahçe camiası için ister istemez hükümet üzerinde bir baskı oluşturmayı da beraberinde getirdi. Aziz Yıldırım’ın aldığı cezaya rağmen ülkeye dönüşü ve bu dönüşün kalabalık bir taraftar kitlesi tarafından karşılanarak büyük bir protesto gösterisine dönüştürülmesi de bunun göstergelerinden birisiydi.

Artık Fenerbahçe camiasının uyanışından değil kanlı canlı ve de politik bir varlık olarak yürüyüşünden bahsetmek mümkün. Ama tam da burada arabaşlıkta sorduğumuz soruyu yinelemekte fayda var: Yürüyüş, ama nereye?

Bu noktada kafaları kurcalayan ve de karar verilmesi gereken, Fenerbahçe’nin çıkarlarına mı değerlerine mi yürüneceğidir. Çıkarlara doğru yapılacak bir yürüyüş ister istemez şu anki hükümet ile bir uzlaşmayı getirir ki tüm söyleminiz ve eyleminiz sizi Cemaat karşıtı konumlandırırken hükümeti hep bu süreçlerden ayrı tutmayı getirecektir.

Fenerbahçe’nin şu ana kadar ortaya koyduğu ve bir anda sportif bir özne olmadan politik bir kimlik olmaya doğru götürten süreç ise değerleriyle özdeşleştirdiği ve özünde şu andaki hükümetle çatışkan bir duruştur. Bu duruşun gerektirdiği ise şu ana kadar yaşanan herşeyin ayrımsız bir biçimde AKP-Cemaat bloğu tarafından gerçekleştirildiği yönünde olduğu ve bu bloğun hiçbir kanadıyla pazarlığa girilmemesi yönündedir.

Maalesef gelişmeler başta Aziz Yıldırım olmak üzere Fenerbahçelileri çıkarlar peşinde koşmaya götürmekte ve bu da değerlerden dirhem dirhem eksiltmektedir. Aziz Yıldırım’ın Erdoğan’ı camianın tepkisinden koruyan davranışları ve en son üstü kapalı da olsa cezai yaptırımlara karşı küfür kisvesi altında 34. Dakika protestolarını bastırıcı yaptırımları suyun ne tarafa doğru akacağının sinyallerini vermektedir.

Başta da söylediğimiz gibi Türkiye Futbolu temiz bir sistem değildir. Futbolu neresinden tutarsanız elinizde kalmaktadır. Bu pisliğin temizlenmesi için ayrımsız ve topyekün bir arınma gerekmektedir. Ne biri eksik ne biri fazla. Bu temizlenme simge kişilikler üzerinden ve yetersiz kanıtlarla yapılamaz.

Mücadele ve sol

3 Temmuz 2011 için Fenerbahçe camiasının miladı diyebiliriz. O güne kadar polisle yaşadıkları karşıtlıklar daha çok tribünsel meselelerle olurken (‘Sandıkta Görüşürüz Mesut Bey’ pankartı ile yaşananı ayrı değerlendirmek gerek) o tarihten sonra ciddi politik karşı karşıya gelişler yaşandı. Her dava günü irili ufaklı yaşanan çatışmalar 12 Mayıs 2012 tarihinde resmen polisin bir intikam saldırısıyla karşılık buldu. Protestolar artık stadlardan meydanlara yansıdı, Bağdat Caddesi’nde düzenlenen protesto gösterileri, Kadıköy mitingi ve 1 Mayıs’lar stadyumların karşılayamadığı ve alanlara taşan Fenerbahçelilerin yeni meskenleriydi.

Gezi olaylarına kadar bu hareketler özellikle sol camiaların görüş açılarının hep dışında kaldı. Gezi, bu ülkede taraftarlık denen bir varoluşun gerçekte nasıl da politikleştiğini göstermesi açısından oldukça önemliydi. Nasıl ki 90’lar sonrası sol aydınlar futbola olan ilgilerini açığa çıkarttılar, Gezi’den sonra da sol taraftarları keşfetti diyebiliriz sanki. Ama halen Gezi’nin etkisi dışında, yani yedek bir güç olarak algılanmaktan öteye gitmemektedir.

Kulüp taraftarlığı genel toplumsal havadan ve politik varoluşlardan soyut değildir. Bu anlamıyla bu camiaların politik duyargaları sonuna kadar açıktır. Özellikle Fenerbahçe gibi camialarda bu tip politik yönelim dönemlerinde tek başına belli grupların seslenmesi yeterli olmayabiliyor. İş bu açılmış duyargalara kalıcı, samimi bir şekilde seslenmeyi gerçekleştirebilmekten geçmektedir. Sol yüzünü biraz da bu tarafa çevirebilirse hem buradan yükselen çığlığı görmek hem de yeterince kirlenmiş ve yozlaşmış bir düzene karşı çıkanlara destek vererek futbol ortamının sömürü çarklarına çomak sokulmasını sağlayabilir.


Tek başına bırakılan bu mücadelenin AKP ve Cemaat ile uzlaşmasını engellemek daha fazla dayanışma gerektiriyor. Yani en klasik tabirle maalesef kurtuluş yok tek başına…

Vamos Bien