7 Aralık 2015 Pazartesi

Gümüşlük’e giden yol nerelerden geçiyor?



Gümüşlükspor: 2 – Göltürkbüküspor: 0
29 Kasım 2015 Pazar

Geçtiğimiz haftasonu (28-29 Kasım) Bodrum’da Gümüşlükspor’un maçındaydık. Olaya tek başına böyle bakacak olursak Amatör Lig’e yapılan bir maç izleme organizasyonu olarak yazabiliriz hikayeyi. Hele işin içinde Gümüşlükspor Başkanı Nejat İşler de olunca olay medyatik bir boyut kazanabilir. Ama bu sadece işaret edilen yönü gösteren parmağın ucuna bakmak olur. Hele hikayenin tamamını bilmeyenler için. Anlatmaya bir yerden başlayalım...

Mertlik bozuldu be abi
Bundan on sene önce bir grup rahatsız Fenerbahçelinin bir araya gelmesiyle başlıyor hikaye. Rahatsız dediysek aklen değil, yanlış anlaşılmasın. Tamamen düzensel rahatsızlıklar. Sevdalı oldukları renklerin piyasa malı gibi satılmasından, buna dayalı ticaretin bir düzen oluşturmasından ve ne varsa değer bilinen, hepsinin paraya endeksli olmasından rahatsız bir grup insandan bahsediyorum. İşte bu insanların bir araya gelmesiyle belki de Kadıköy’de endüstriyelleşme karşıtı söylemler daha bir gür dillendirilmeye başlandı. Piyasanın tüm eziciliğine karşı bir barikat kuruldu ve o barikat arkasında toplandı bu durumdan rahatsız insanlar. Koskoca bir endüstri bir avuç ‘çapulcu’ ile alaşağı edilebilir mi? Elbette zor. Ama bazı kavgalar vardır yenileceğinizi, dayak yiyeceğinizi bile bile girmek zorundasınızdır. Çünkü o yenilgiyi, kavgayı yapmadan tatmak daha ağır gelir. Neyse, Kadıköy cephesinde on sene önce böyle başlayan hikaye bugün artık bir inat hikayesi olarak devam ediyor. Her tür dayatmaya karşı bir inat. Olayı kuru bir inattan dirence geçiren ise bu yolda atılan kimi adımlardır bana göre. İçinde bulunmak zorunda olduğun durumu kabul etmeme, ona başkaldırma ile beraber gelen bir çığlıktır bugün duyduğunuz bu ses. Ne kadar kişiye ulaşır, kaç kişiyi etkiler bilemem ama olan tam anlamıyla budur.

Heyecan, gittikçe maddi gücün yarattığı etkiyle ölçülür oldu. Ne kadar zenginsen o kadar güçlüsün. Bir takımı veya kulübü yönetme becerisi tamamen maddi gücü yönetme becerisiyle eşitlendi. O yüzden büyük, kurumsal şirketlerde gördüğümüz yönetici unvanları spor kulüplerinde de görülür oldu. Ve bunun adı da her zaman ilerlemeyle eş tutuldu. Tüm bu süreçte olan da saf ve karşılıksız duyulan sevgiye oldu. Hatta bu işin ana sermayesi o oldu. İşte en genel anlamıyla bu ‘sermaye’ kavramına karşı olanların rahatsızlığıdır sıkıntının adı. 

Ayrılık sevdaya dahil
Evet, olayın genel çerçevesi para ile çizilirken çerçevenin içinde kalanlar da çok iç açıcı değildi.  Tribünden Edip Cansever dizeleriyle bahsedersek eğer, ‘Ne kadar  benziyoruz Türkiye’ye Ahmet Abi’ dökülüverir dudaklarımızdan. Yalan da değil hani. Özellikle içinden geçtiğimiz dönemde Türkiye gerçeklerinden biri de kendinden olmayanı yok etmektir. Bunun futbol camiası açısından en popüler örneklerinden biri Passolig, bizim deyişimizle Faşşolig’dir. Dayatmanın ve ihyanın dik alasıdır ve artık küçük bir azınlık dışında genelden kabul görmüştür. (Bu konudaki ilkesel duruşu en yakınımızdakilere dahi anlatmayı başaramadığımızı görmek nasıl acı veriyor anlatamam.)

Uygulama beraberinde yeni bir inat hikayesini de getirmektedir. Bugün bu kartın dayatmasına başkaldıran halen az bir kesim taraftar bulunmaktadır. Bu taraftarların inadı da ister istemez bir arayışı da beraberinde getirmektedir. Arayışın dolambaçlı yolu da zayıf bir dayanışma köprüsünden geçmektedir. Faşşolig’den elimizde kalan yegane olumlu şey de bu dar ve zayıf köprüdür. Bu köprüyü sağlamlaştırarak ve genişleterek yarınlara gidebiliriz. Yoksa uçurum kolay kolay aşılacak gibi değildir. Bugünden bize kalan da Attila İlhan’ın dediği gibi ‘Ayrılık sevdaya dahil’dir.

Gümüşlük’e giden yol
Bu duygu ile ‘sevdamızdan’ ayrı bırakılırken bu ayrılığın ilkelerden taviz vermeden ancak dayanışma ile aşılacağının bilinciyle önce kendi tribünümüzde, sonra şehrimizde, sonra yaşadığımız topraklarda, en son da kıtada bir ağ kurmak ve direnmek kaçınılmazlaşmıştı. Bir önceki cümledeki sıralamayı aynen izleyerek bugüne geldik. Geldik ama samimiyetle söylemeliyim ki bütün girişimler içinde direnci barındırırken ivme yukarı doğru gitmedi. Bu tamamen başka bir yazının konusu ama hesabını vermek açısından önemli.

Neyse, burada vurgu yapmak istediğim futbolun endüstriyelleşmesine ve yaşadığımız ülkede ama öyle ama böyle bütün sorunların bir yumak gibi birbirine bağlandığından hareketle gelişmelere karşı kayıtsız kalmamakla alakalı konudur. Ta en baştaki Gümüşlükspor maçına gidiş hikayesi geçtiğimiz aylarda yaptığımız Amedspor ve Cizrespor dayanışma ziyaretlerinden ne eksik ne de fazladır.

Ve hikayenin çıkışı ve kesişme yolları da içinde Fenerbahçe’yi, Kürt meselesini, futbolu, dayanışmayı ve bilimum güzel şeyi barındırır.

Nobre topla buluşur ve...
Şairlerden girdik mevzuya, duvarda asılı tüfek misali oradan devam edeceğiz. Bundan yaklaşık iki sene önce bir kitapçıda rastlamıştım Akif Kurtuluş’un Mihman isimli romanına. Akif Kurtuluş, gençliğimize iz vuran şairlerdendir. Roman yazdığını bilmiyordum ve gayriihtiyari elime aldım romanı. Kitabın arkasını çevirince kısacık tanıtımda vurdu beni Fenerbahçe ve bir solukta okuyuverdim romanı. Ülkenin ve bölgenin en kanayan yarasına basmıştı parmağı. Üstelik de sarı lacivert bir fonda. Oracıkta başladı hikaye. Ali Ersin isimli bir arkadaşımızın yaptığı bir röportaj ile gelişti.

1 Kasım sonrasının yarı hüzünlü havasında Kadıköy’de rakılı balıklı bir akşamda pekişti. O masada yapılan bir davet ile derinleşti. Gidebilir miyiz, gidemez miyiz denen bir maç daveti bir anda 50 kişilik bir organizasyona dönüştü. Ne de güzel oldu.

Bodrum’a karanlığa inmek
Üç koldan gerçekleşiyordu Gümüşlük çıkartması. İstanbul’dan uçakla giden bizler, İzmir ve Denizli’den gelen kafileler. İstanbul ayağı çoluk çocuk 24-25 kişi kadar vardık. Havaalanında buluşmak halen heyecanlandırıyor ya bize ölüm yok hacılar. Şen şakrak, çoluk çocuk, sarmaş dolaş ne güzel başladık yolculuğa. Bu ülkede telefonu bir müddet kapattıktan sonra açmak için insan kendini hazırlamalı. Uçak inince açılan telefonlardan aldık Tahir Elçi’nin ölüm haberini. Güneşli hava bir anda karardı. Görüntüler, gelen haberler bir anda uzaklaştırdı bizi Bodrum’dan.

Gümüşlük’e indiğimizde içinde bulunduğumuz durumdan biraz çıkmıştık. Öfkemiz ve daralan göğsümüz bir yana, Akif Abi’nin güleç yüzü ve sohbeti bizi aldı başka diyarlara götürdü. Kalacağımız yere yerleşip yeme içme organizasyonları ve gelen tüm ekiplerin bir araya gelmesiyle geçmişten gelen çok güzel bir enerji çıkıverdi ortaya. Gece yemekte kısa sürede organize edilen beste ile öfkemizi biraz da olsa sözlere dökebilmiştik.

Ne güzel şey amatörlük
Çok yaşa sen Gümüşlük
Ertesi sabah kahvaltı sonrası Nejat Başkan’ın ve takımın kaldığımız yere yaptığı ziyaret ile güne başladık. Güzel ve güneşli bir havada yapılan sohbetler, karşılıklı tezahüratlar ile maç havasına girmiştik. Hazırladığımız pankartlar ile çektirdiğimiz fotoğraflar sonrası stada doğru yollandık.


Yarımadayı yakarız şampiyonluk gelince


Deplasman yolculuklarımızın klasikleşmiş uzun yürüyüşlerinden birini yaparak vardığımız statta Gümüşlük sakinlerinin şaşkın bakışları arasında tribündeki yerimizi aldık. Alıştığımız tribün ambiyansını yaratmak için her şey mevcuttu. Davul, pankartlarımız, Gümüşlükspor atkıları, meşalelerimiz, konfetilerimiz ve sis bombaları ve en önemlisi tanıdık yüzler.

Maç başlamadan Gümüşlükspor seremoniye Gümüşlük’te sokak köpeklerinin katledilmesini protesto ederek çıktı. Zehirlenen ama kurtarılan Tom’a giydirilen Gümüşlükspor formasına biz de tribünden gerekli desteği vermeliydik: Hepimiz köpeğiz zehirlerle bitmeyiz ve Hav hav hav. Bütün canlıların yaşama hakkına sahip çıkmak insan olmanın gereği.


Necat Başkan :)


Maç başladı ve yanan meşalenin kokusu ile kafaları bulduk ve maçın sonuna kadar kurtlarımızı döktük. Gümüşlük sakinlerine verdiğimiz rahatsızlık için özür dileriz ama bu önemli maçı da 2-0 kazandık, unutmayalım J

Neyse, çok güzel bir haftasonu geçirdik. Futbolu her tür kirli ilişkinin dışında var etmeye çalışan insanlarla dayanışma içinde olmanın verdiği huzurla şehirlerimize geri döndük. O haftasonu havayı güneş içimizi de omuz omuza yaptığımız dayanışma ziyareti ısıttı.



6 Kasım 2015 Cuma

Tribünde Yalnız Olmak 8


Uzun zamandır uğramadığımız bir başlık: Tribünde Yalnız Olmak. Dün gece (5 Kasım 2015) Almanya'da oynanan Dortmund - Kabala maçında deplasman tribününde bulunan tek Azeri taraftar. Halal olsun qardaş.

27 Ekim 2015 Salı

Telepati ile mi propaganda yapalım?



23 Ekim 2015 - Jiyan.org (Jiyan.org'a erişim yasağı olduğu için yazıyı buraya da koydum.)

7 Haziran seçimleri için HDP gönüllülerinden oluşturduğumuz bir grubumuz var. Grubumuzun amacı sabah 7.00 ile 10.00 arası işe gitmeden önce Kadıköy ve civarının önemli noktalarında işe gidenlere yönelik seçim çalışması yapmak. 10 ila 15 kişi arasında ve işe gitmeden önce başka gönüllülerin de arada uğradığı ve kendi disiplini ile çalışan keyifli bir grup. Ağırlıklı olarak Ünalan’da bulunan metrobüs girişi, Kadıköy İskelesi ve Söğütlüçeşme metrobüs duraklarında yaptığımız çalışma ile 1. Bölge’nin sabah işe giden kesiminin bir bölümüne ulaşmayı kendimize hedef edinmiştik. 7 Haziran öncesi on binlerce kişinin geçtiği bu güzergahlarda on binlerce bildiri dağıtıp binlerce insanla yüzyüze konuşmalar gerçekleştirmiştik.

1 Kasım için de bir kez daha ekibimizi topladık ve bu hafta ortası itibari ile çalışmalarımıza yeniden başladık. 1. Bölge 4. sıra milletvekili adayımız Serpil Kemalbay’ın da bizzat sabah dağıtımlarına katılımıyla çalışmalarımız yoğun yağmura rağmen sürmekte. Ancak bugün yaşadığımız olayla, gittikçe sınırlanan propaganda imkanlarımızın sonuncusunun da elimizden alınmaya çalışıldığına şahit olduk. Yaşanan olayı kısaca anlatmak gerekirse; bugün oldukça önemli gördüğümüz Ünalan metrobüs girişinde sabah çalışmamızı yapmak üzere saat 7.30’da buluşmuştuk. Bu ulaşım noktasını önemli görüyoruz zira sabahın bu diliminde insanlar nehir misali buradan metrobüslere binmek üzere güldür güldür akıyor. Burada geçirilen iki saat hem derdimizi anlatmak hem de doğrudan bir iletişim kurabilmek açısından bizim için oldukça önemli. Daha önce de yaptığımız gibi ses cihazımızı içinde bulunduğumuz duruma uygun olarak ayarlayıp giriş ve çıkışlara yerleşerek propagandamıza başladık. İki saatlik çalışma sonunda elimizdeki bildirileri bitirdik ve içimizde bir işi tamamlamanın verdiği huzur ile artık işlerimize gitmek üzere toparlanıyorduk ki bir süredir bizi izleyen sivil polislerin yanımıza gelerek dağıttığımız seçim bildirisinin yasaklandığını ve tutanak tutacaklarını söylemeleri ile o duygu hemen dağılıverdi. (Artık birilerinin huzurunu nasıl kaçırmışsak iki dakikalık huzuru da çok görüyorlar.) Bize bu yönde gelen herhangi bir tebligat olmadığını ve ellerinde yazılı bir karar olup olmadığını sorduk ve Ağrı’da alınmış bir karar ile yüzleştik. Kısa bir soruşturma ile Ünalan’ın Ağrı’ya bağlı olmadığı konusundaki bilgimizi kesinleştirerek bu kararın Ağrı’da alındığını ve Ağrı’yı bağlayacağını bize burayı ilgilendiren bir kararlarının olup olmadığını sorduk. Bu arada HDP avukatlarını arayarak durum hakkında bilgi verip onların yönlendirmeleri ile polislerle tartışarak böyle bir tutanağı imzalamayacağımızı söyledik. Avukatların yönlendirmesi ile tutanağa ve bu uygulamaya karşı resmi bir itirazda da bulunmak üzere 1. Bölge Seçim Koordinasyonundan Tülay Korkutan Üsküdar Emniyet Müdürlüğü’ne geçti. HDP’nin görevlendirdiği avukatlar da gerekli müdahalelerde bulunmak üzere hemen Tülay’ın yanına ulaştılar. Avukatlardan aldığımız ilk bilgi savcının ifade için Kartal’a çağırdığı oldu. Kartal Adliyesi’nde savcının ‘Yasadışı Örgüt Propagandası’ ile suçlamasına karşın arkadaşımız serbest bırakıldı ve hemen propaganda faaliyetlerine geri döndü.


Çok ilginç bir seçim dönemi geçiriyoruz. Seçim süreci en genel anlamıyla propaganda sürecidir ve çeşitli kanalları kullanarak düşüncelerinizi, vaatlerinizi, eleştirilerinizi insanlara aktarır, onları ikna ettiğiniz ölçüde kendinize oy toplamaya çalışırsınız. Nedir bu kanallar? Yazılı, işitsel, görsel medya, sokaklar, meydanlar, duvarlar. Bir parti düşünün ki yüksek barajları aşmasına rağmen sessiz bir mutabakat ile ulusal ölçekte yayın yapan gazete, radyo ve TV kanallarının hiçbirisinde kendini gösterme imkanı bulamasın. Devletin resmi kanalları milyonlarca oy alarak meclise girmiş bu partiye hayalet muamelesi yapsın. Mitingleri bombalansın ve insanların zarar görmemesi için kendi mitinglerini iptal etsin. Seçim büroları yakılsın, kurşunlansın. Seçim stantları faşistlerin ve polislerin saldırılarına maruz kalsın. Ve en son derdini anlattığı iki sayfalık bildiriler bile yasaklanmaya çalışılsın. El insaf yahu! Ne yapalım? Telepati yöntemiyle mi propaganda yapalım?

20 Ekim 2015 Salı

Dergi Yazıları: Karşı olmaktan değiştirmeye geçiş -1

Futbolda Özyönetim olur mu?


Toplumsal Özgürlük - Eylül/Ekim 2015

Taraftarlık varoluşuna şöyle bir adım geriye çekilerek bakacak olursak genel durumu birkaç evre toparlayarak daha net görebiliriz. Burada bahsedilen örgütlü taraftarlık durumu elbette. Bundan 10-12 sene evveline kadar genel taraftarlık durumundan bahsederken politikadan çok söz edemezdik. Birkaç istisna dışında taraftarlığın genel örgütlenmesi daha çok apolitik bir zeminde gerçekleşmekteydi. Gerçi bu apolitik zeminin de kendine göre bir politik yapısı mevcuttu. İşte tam da bu mevcutun dışına çıkma isteği ve eylemi bundan yaklaşık 10 sene kadar önce başladı ve hızla yayılarak pek çok bağımsız, politik taraftar grubunun oluşmasını da beraberinde getirdi. Kısa sürede tribünler çeşitli dozajlarda politik varoluşlar ile dolmaya başladılar ve bu genel etkilenimin en üst noktası da Gezi Direnişi günlerinde kendini dosta düşmana gösterdi. Bu, belki de en tepe noktasıydı ve o taraftarlık hareketinde herhangi bir örgütlenme ve ortak hareket etme bilincini yerleştirmeden o günler geçti gitti.

Passolig içeri taraftar dışarı
Gezi sonrası ise uzun zamandır gündemde olan bir uygulama hayata geçirildi: Passolig. Bu uygulama ilk başlarda belirli bir refleksin sonucunda direnç ile karşılaşmış olsa da şu an o direnç kırılmaktadır. Devam eden hukuki süreç örgütsüzlüğün getirdiği zayıflık ile gerekli toplumsal baskıyı oluşturmaktan her geçen gün uzaklaşmaktadır. Çok az bir grubun inatla sürdürdüğü mücadele de yalnızlaşmakta ve boğulma durumu ile karşı karşıya bırakılmaktadır. Passolig uygulamasına direnç geliştiren muhalif taraftar gruplarının büyük çoğu şu an stat dışındadırlar ve her geçen gün varlık yokluk ikileminde hızla erimektedirler.

Bu gerileyiş dönemi her muhalif taraftar grubu için kendi örgütlülüğü ile birlikte hayata aynı yerden bakan diğer gruplar arası ilişkileri de bir gözden geçirmeyi dayatmaktadır. Bu dayatma tam da bir önceki paragrafın sonunda ifade edilen varlık/yokluk durumundan kaynaklanmaktadır.

Bakış açısı değişir mi?
Tam da bu noktada belki de başka bir bakış açısıyla hayata bakmakta fayda vardır. Tüm muhalif taraftar gruplarının ortaklaştığı en belirgin nokta hepsinin ayrımsız sporun ticarileşmesine ve endüstriyelleşmesine karşı olmalarıdır. Hemen hemen bütün gruplar kendilerini bu duruma karşı yapılandırmışlar ve bu konuda pek çok söylem üretmişlerdir. İşte tam da bu noktada ‘karşı olmak’ durumundan karşı olduğu durumu değiştirmeye doğru bir adım atmak bu grupların yaşamsal sorununu çözecek bir yönelişe evrilemez mi?

Her muhalif taraftar grubuna soruyu şöyle sormak gerekir: Kulübünüzün yönetimini taraftar grubunuza verseler nasıl bir kulüp oluşturursunuz?

Bu sorunun sorulması ve verilecek cevaplar dünyanın pek çok yerinde varolan taraftarların kulüp yönetimlerine katılması veya bizzat taraftarlar tarafından kurulan kulüp tartışmalarının tohumlarını bu topraklara atmış olur. Artık miadını doldurma aşamasına gelmiş muhalif taraftarlığın bir üst aşamaya geçmesi için şu an en uygun zamanmış gibi gözükmektedir. Aksi durum zaten her geçen gün yok olmayı da beraberinde getirmektedir. Özyönetim için çok geç olmadan konuşmaya başlamakta fayda var.

Dergi Yazıları: İlk yarı sonucu:

Passolig:1 Taraftar:0



Siyaset Gazetesi - Ağustos 2015 - Sayı: 27

Passolig ile taraftarların karşı karşıya geldiği mücadelenin ilk yarısı Passolig’in üstünlüğüyle kapandı. Gözler şimdi ikinci yarıya çevrildi. İlk yarıyı kısaca bir değerlendirerek ikinci yarının başlamasını bekleyelim isterseniz.

İki güç arasındaki mücadelede saha ve hava şartları tam da taraftarların oyuna istediği gibi hükmedeceği şekildeydi. Passolig yüksek bütçeli kadrosu, parlak formaları ve  arkasında büyük medya desteğiyle sahaya çıktığında takımın pek hoş karşılandığı söylenemez. Taraftarların ise altyapıdan yetişen yetenekleri ve toprak saha görmüş ayakları ile daha bir takım ruhunu yansıtan bir duruşları vardı. Bir yanda arkasında her tür ekonomik desteği bulan bir Passolig diğer yanda arkasında kitle desteğiyle taraftarlar. Maçın başlaması merakla bekleniyordu.

Ve maç başladı.
İlk düdükle beraber sahada daha dik duran taraftarlardı. Passolig, soldan, sağdan ve ortadan gelen atakları savuşturmakta oldukça zorlanıyordu. Bu ataklar ister istemez hataları da beraberinde getirdi. İlk dakikalarda görülen, taraftarların daha arzulu ve yırtıcı oyununa karşılık Passolig’in sonuçsuz çabasıydı. Tribün desteğinden de yoksun Passolig’i destekleyen tek tribün basın tribünü gibi gözüküyordu.

Dakikalar ilerledikçe taraftarların atakları seyrekleşmeye ve oyunda denge tutturulmaya başlandı. Taraftarların önce sağ kanadı çöktü. Ataklar artık orta ve soldan gelişiyordu ki Passolig’in parlak ve dünyaca ünlü transferlerini oyuna sokmasıyla birlikte taraftarlar ortadan da atak geliştirmekte zorlanmaya başladı. Bir tek sol kanat diri kalmıştı ama buradan gelişen ataklar da oldukça cılızlaştı. 

Ve maçın ilk yarısı Passolig’in 1-0 üstünlüğüyle sona erdi.

Gol ne zaman mı yendi?
Taraftarların Passolig ile mücadelesi bir maç olsa kabaca bu şekilde anlatılırdı herhalde.  Mücadelenin ilk dönemi fiili olarak bir yıl sürdü ve umutlu, dirençli başlayan süreç dönem içinde kırılmalar ve teslimiyetler ile Passolig’in büyük bir kesim açısından kabulüyle sonuçlandı. Sokakta başlayan tepkilerin yasal zemine taşınması ve olayın esastan Anayasa Mahkemesi’ne taşınması bir yandan umutları arttırsa da diğer yandan da direnci kırarak mahkemenin alacağı olumlu bir karar sürecini beklemeye evrildi. Fakat bu evriliş sokak tepkisini sönümlendirerek sessiz bir teslimiyetin sebebi oldu. Seçim döneminde HDP ve CHP’nin Passolig karşıtı söylemleri de taraftarlar arasında heyecan yaratmış olsa da bütün süreç mecliste verilecek önergeler ve Anayasa Mahkemesi kararına düğümlendi kaldı.

Şu an bir sene önceye nazaran taraftar gruplarının büyük bir bölümü Passolig’lerini almış ve yelkenleri suya indirmiş durumdadır. Passolig almayan nadir gruplar ise tribünün sol duyusunu içinde barındıran muhalif tribün gruplarıdır. Bu grupların ilkeli tavrı halen Passolig’i boykot noktasında olsa da süreci evriltme ve bir harekete çevirme anlamında çokça çabayı içinde barındırmamaktadır. Ankara ve İzmir merkezli dayanışma dernekleri İstanbul ayağında Passolig ve kulüp yönetimleri ile işbirliği içinde olan kimi bileşenler tarafından baltalanmış ve taraftar hareketinin merkezi (sayısal yoğunluk anlamında) bu süreçte başarılı bir sınav verememiştir.

Bu başarısızlığın yanında genel olarak taraftar gruplarının yapısının devlet karşısında teslimiyetçi niteliğinin öne çıkması da sürecin yenilgiyle sonuçlanmasının sebeplerinden birisi oldu. Muhalif taraftar gruplarının ses çıkartmaya ve sürekli tepki vermeye çağıran çağrıları ana taraftar grupları tarafından pasifize edilerek bu gruplar yanlızlaştırılmış ve sürecin dizginleri Passolig’in denetimine geçmiştir.

Geçen senenin bomboş tribünleri yapılan parlak transferler ve açılan yeni statlar ile yerini yavaş yavaş sistemin kabulüne bırakmaktadır. Mesele şu an sokaktan adliye koridorlarına taşınmıştır ve buradan çıkacak sonuç ne olursa olsun taraftar hareketi (muhalif gruplar dışında) genel olarak teslimiyetçi bir karaktere doğru yelkenlerini şişirmiştir. Taraftar grupları zayıf ama gelişme potansiyeli taşıyan bağımsız yanlarını Passolig karşısında iyice törpülemişlerdir. Bu gruplar bağımsız taraftar hareketi açısından miadlarını doldurmuşlardır. Artık yeni bir şeyler yapmak zamanıdır.

9 Ekim 2015 Cuma

Renkleri sorun olmasa Lecce’de yaşanır...






US Lecce: 0 – Calcio Catania: 0
3 Ekim 2015 Cumartesi

Yine ucuz bir bilet bulmuş ve uzun zamandır İtalya’nın görmek istediğimiz, pek de turistik olmayan bir bölgesine gitmiştik. THY’nin Bari uçuşlarına başlaması ve bu uçuşlara süper bir promosyon yapması ile (gidiş dönüş, şarap, yemek dahil kişi başı 235 TL) Puglia bölgesi ve Lecce’yi de görme fırsatı ayağımıza kadar geldi. Tabii Mayıs sonunda alınan uçak biletlerinin Ekim başı olması bizim gibi futbol hacıları için biraz ızdırap dolu olabiliyor. Daha bir sezon bitmeden öbür sezonun maçlarına bakma imkanı pek olmuyor haliyle J Bari – Lecce gezi planımızı yapmak için yaz aylarının fikstür çekilen dönemlerini bekliyoruz ama nafile. İtalyan Futbol Federasyonu liglerin başlamasına kadar ya fikstürü çekmiyor ya da çekilen hiçbir yerde açıklanmıyor. Elimizde iki seçenek. Ya Bari ile Serie B ya da Lecce ile Serie C maçı izleyeceğiz. Serie C tercih sebebi ama Lecce’nin renkler bana gelmiyor.

Neyse, İtalyan ligleri başlamadan çok kısa bir süre önce Serie B Fikstürü açıklanıyor. Bizim gittiğimiz tarihlerde Bari deplasmanda. Fakat Serie C halen yok. Bir kaç gün sonra ilk Serie C maçları açıklanıyor ama gerisi yok ya da ben bulamıyorum. En azından sıralama doğru ise Bari deplasmanda oynarken Lecce’nin evinde olma olasılığı açıklanan maçlara göre hayli yüksek. Biz planlarımızı buna göre yapmaya başlıyoruz.

Catania’nın deplase tayfasıyım
Seyahat tarihinden iki hafta önce Lecce’nin evinde Catania ile oynayacağını öğreniyorum. GENE Mİ CATANİA!  Pes vallaha. Kemik deplase tayfa dışında Catania deplasmanlarını en çok ben takip etmişimdir herhalde. ‘Seninleyiz Catania. Roma’da, Lecce’de, Serie A’da Serie C’de’ diye bir pankart yapsam mı acaba? Bu arada Catania da fena düşmüş.

Üçüncü lig filan demeden biletimizi ayarlayalım diyoruz ve internetin derinliklerine iniyoruz ama sonuç elde edemiyoruz ve ‘amaaan, dışarda kalacak halimiz yok herhalde’ deyip kendimizi futbol tanrılarının eline bırakıyoruz. İnternette stadın yerini filan belirleyip en azından kaybolma riskini ortadan kaldırıyoruz.

Lecce’ye vardığımızda saat 15.00 ve maç da 17.30’da idi. Kiraladığımız evin sahibine maça gideceğimizi önceden söylemiştik ve şaşkınlığını hem e-mail'de hem de orada canlı canlı yüzümüze belirtti: Lecce Serie C’de biliyor musunuz? ‘Yahu kaliteli maç izlemek istesek Milano’ya, Roma’ya filan giderdik’ diyoruz ve stadın bir tarifini de ondan alıyoruz. Hava kapalı, yağdı yağacak. Ev sahibi bize hangi tribünün kapalı olduğunu anlatıyor ama bizim Curva Nord’a gitmek istediğimizi duyunca pes ediyor ve dikkatli olun diyor. ‘Ultras mısınız?’ sorusu derdimizi anladığının işareti. Bize uzattığı Lecce atkısını nazikça geri çeviriyoruz. Adama bak, takmamız için bize sarı kırmızı atkı veriyor. Sonra sihirli soru aklına geliyor ve Fenerbahçe cevabını alınca özür diliyor. Halden de anlıyor J Kiraladığımız arabaya atlayıp kendimizi Stadio Via Del Mare yollarına atıyoruz.

Stadı bulmak zor olmuyor keza her yerde ‘Stadio’ diye yol tabelaları var. Burada bir parantez açayım. İlginçtir, Lecce-Bari ve çevresini arabayla 5 gün turladık. Gittiğimiz yerlerin hepsinin bir takımı var ve büyük ya da küçük olması pek önemli değil, çoğu mahalli Serie D’de oynuyor ve nereye giderseniz gidin mutlaka yol tabelalarında bu ‘Stadio’ya rastlıyorsunuz. Yani gittiğiniz kasaba da olsa büyük şehir de olsa stadı bulmak çok kolay dedikten sonra parantezi kapatıyorum.

Stadio Via Del Mare
Arabayı ev sahibinin de dediği gibi herkesle beraber yol kenarına bırakıyoruz ve değnekçi tipli birilerine cepteki bozukluk kuruşları verip stada doğru yürümeye başlıyoruz. Hemen biraz ötede yol kenarında kalabalık toplanmış Ultras Lecce tayfası demleniyor. Hepsi siyah giyinmiş ve oldukça İtalyanlar. Onları geçtikten sonra stadın yanındaki gişelere yöneliyoruz. Ufak bir sıra ve pasaportlarımızı uzatıyoruz. Curva Nord isteğimize hepsinin satıldığı cevabı geliyor. Kapalı ya da Maraton’a gitmek istemiyoruz, Curva Sud ver bari diyoruz. Adamın verdiği bilet Curva Nord! Sorgulamadan hemen kapıya yöneliyoruz. Bu arada bilet almak bu kadar sürdü ve fiyatı 11 Euro. Yandakilerden filan gördüğüm kadarıyla kulüp üyesi olanlar 9 Euro’ya aldılar biletleri. Kağıt bilet kokusu gibisi yok vallaha J




Stadın dışında demir parmaklıklar ve orada biriken insanlar ve buradan geçtikten sonra turnike kapısı kuyruğu. Bu iki bölümde kuyruk ve polisin herkesi süzen sert bakışları. Dışardaki kapıda beklerken 5-6 kişilik bir Ultras grubu ellerinde kolilerle geliyor ve kapılar onlara açılıyor ve kolileri rahatça içeri sokuyorlar. Koliler bayrak dolu. Sokmakta bir sıkıntı yaşamıyorlar. Derken biz de turnikeye geliyoruz ve biletimizi kendimiz okutup giriyoruz içeriye.



Curva Nord’a şöyle dışardan bakıyoruz. Eski bir stat. Etrafı açık alan. Bizim statlar gibi 7 gün kullanım amaçlı dükkanlar filan yok. Bildiğin eskiden burda da olan maç günü dışında hüzünlü bir boşluğu olan yapılardan. Özlemişiz vallaha. Merdivenleri çıkarken büfeden birasını alanları görüyoruz.



Ve stadın içi
Curva Nord dolu. Orta kısım Ultras Lecce. İki katlı tribünler. Eski Ali Sami Yen gibi. Zaten renkler de uygun, kendimizi Mecidiyeköy’de numaralının yanında yol tarafında hissediyoruz. Curva Sud açılmamış. Orada sadece Catania deplase tayfası var. Azlar ama sesleri geliyor. Üstleri çıplak ve ilk yarı boyunca da öyle kaldılar. Ufak pankartları, arada yaktıkları meşaleleri ile tam bir deplasman tayfası.

Ultras Lecce oldukça coşkulu. Curva Nord’u yönetiyorlar ve 90 dakika susmuyorlar. Bu 90 dakika boyunca da bayraklar sürekli sallanıyor. Evet, içeri bayrak sokmak sorun değil. Herkes bayrağıyla gelebiliyor ve karışan yok. İçerde polis namına bir şey yok. Güvenlik kulübün kendi güvenliği ve onlar da profesyonel güvenlik değil. Stadda skorboard yok. Ya da tamiratta, bilemedim.




Maça gelecek olursak, ilk yarı oldukça sıkıcıydı. Lecce’nin 9-10 ve 11 numaraları oldukça vasatlar ve takımı resmen sabote ediyorlar. İkinci yarı takım biraz daha hareketlendi ama sonuç almada etkili olamadılar. Maç da başladığı gibi bitti. Geçen senenin Valencia maçından sonra Lecce de bu kısırlığa ortak oldu. Olsun, neyin nerede karşımıza çıkacağı belli olmaz, hayat bu. Bir hafta önce Kartalspor stadında Amedspor maçındayken bir hafta sonra Lecce’de Stadio Via Del Mare’deyiz. Artık önümüzdeki maçlara bakacağız.

Bu arada Lecce çok güzel bir şehir. Bu konunun yazısı başka ama keşke renkleri başka olsaydı :)