11 Temmuz 2017 Salı

Referandum sonrası Hayır Meclisleri: Su akıyor yatağını buluyor

Referandumun meşruluk sorunu aynı zamanda Hayır Meclisleri'nin de geleceğe dönük bakışını netleştirdi. Referandum öncesi ufaktan başlayan “sonrası” tartışmaları bu meşruluk sorunu ile bir anda ete kemiğe bürünüverdi. Hayır Kadıköy’ün yaptığı Çalıştay ve Kenter Tiyatrosu’nda gerçekleştirilen İstanbul Buluşması bu anlamda tartışmaların çeşitliliği açısından et ile kemiğin kanlı canlı olacağının da işaretleri ile dolu. Forum şeklinde yapılan toplantılarda oldukça fazla öneri ve yönelimin konuşulması bu kadar çok sorunun olduğu bir ülkede kaçınılmaz.




Gazete Duvar-Forum (29 Haziran 2017)
Meclis işlevini yitirirken referandum için oluşturulan Hayır Meclisleri’nin varlıklarını devam ettirmesi oldukça önemli bir adım. Toplumun demokrasiye ihtiyacı var ve demokrasinin de meclise.
Toplumsal muhalefetin tek bir hedef etrafında toparlanmasının yarattığı etki referandumda kendini net bir şekilde gösterdi. YSK’nın referandum sonucunu etkileyen skandal kararı bir yana iktidar cephesi açısından ortada çok da büyük bir başarı olmadığı, hatta 1 Kasım 2015 seçimleriyle kıyaslandığında çok ciddi kayıplarının olduğu ortadadır. Referandum bu açıdan muhalefeti toparlayan bir araç olmuştur diyebiliriz.
16 Nisan ve sonrasından, son dört yılda üçüncü büyük toparlanma dönemi olarak bahsedebiliriz. İlk dönem toparlanma Gezi ve ardından gelen Haziran günlerinde yaşanmıştı. İkinci toparlanma kendini 7 Haziran 2015 seçimlerinde göstermiş ve son olarak da Referandum ile içinde bulunduğumuz döneme gelinmişti. Bu üç dönem de ileriye doğru giden, dönem dönem inişleri olan ama sonuç olarak baktığımızda iktidar cephesini sarsan etkileriyle oldukça güçlü hareketler yaratmışlardır. Bakmayın siz şu anda halen iktidarın kendinden emin ve güçlüymüş gibi gözüken varlığına. Kendini sarsan o iki dönem ile hesabını halen kapatabilmiş değil. O yüzdendir ki Gezi ve HDP korkusu ile boğuşması rüyalarında bile sürmekte.
İKİ DÖNEMİN BİRİKİMİ ÜZERİNDE…
Şimdi iktidar bloğunda üçüncü dönemin kabusu yaşanmakta. Bu dönem, geçmiş iki dönemin birikimi ve yarattıkları üzerine yükseliyor. Muhalefet güçlerinin yan yana gelişleri artık geçmişin sıradanlaşan ittifaklarından daha farklı enerjiler yaratabiliyor. Son yıllar toplumsal muhalefetin her hamlesi daha gerçeğe yakın sonuçlar yaşatıyor. 31 Mayıs 2013 Cuma gününden beri politika adına okuduğumuz her şeyin anlamı sanki biraz daha farklılaştı. O günden beri teorinin grisi hayatın yeşili ile öyle bir karıştı ki kendimizi daha tamamlanmamış rengarenk bir tabloyu izler, boyar ve yaşarken buluvermedik mi? İşte o günden sonra siyasete dair tüm kavramlar daha bir canlandı, ete kemiğe büründü. Gezi Parkı ile başlayan sivil direniş muhalif siyaseti yıllardır beklenen İstanbul depremi gibi sarsıverdi. Ama ne sarsış. Tabiri caiz ise Gezi ile başlayan Haziran süreci muhalif hareket üzerinde büyük şehirlerin yeniden inşa edilişi gibi “siyasetsel” dönüşümü de zorunlu kıldı. O günlerin ardından çıkan park forumları, semt dayanışmaları gibi yeni ve geçmişten çok da alışık olmadığımız formlar ile su yolumuz değişiverdi.
Hayır Meclisleri de böylesi bir dönemin ürünü olarak ortaya çıktı diyebiliriz. Toplumsal muhalefetin sıkıştığı noktada yeni manevralar yapılabilmesi ve daha da önemlisi asgari düzlemde yan yana gelerek bir çıkışın zorlanabilmesi açısından önemini teslim etmek gerekir. Bunu dedirten iki önemli gösterge var elimizde. İlki 29 Ocak tarihli Kadıköy Yeldeğirmeni’nde yapılan ilk meclis toplantısı ki salonun doluluğu, salondaki kadar insanın dışarıda kalmış olması ve toplantının canlılığı bu doğumun gürbüzlüğünü gösteriyordu. Diğeri de 16 Nisan gecesi başlayan ve devam eden gecelerde süren sokak gösterilerinin niteliği ve niceliğiydi. Referandumda yaşanan hukuk skandalına o gece ve takip eden günlerde başta Kadıköy ve Beşiktaş olmak üzere İstanbul’un pek çok yerinde, Hayır Meclisleri, yaptığı çağrılar ile sokağın nabzını eline aldı ve birkaç gece İstanbul sokakları gerçek anlamda Gezi havasını tekrar solumuş oldu. En genel anlamda Hayır cephesi içinde en geniş taban ile hareket eden Hayır Meclisleri, bileşenlerin çeşitliliği (CHP’den HDP’ye kadar oldukça geniş bir kesimi bir araya getiriyordu) yanında “bireysel katılım ve yerel insiyatif” ile örgütlenerek Gezi’de ortaya çıkan refleksleri referandumda harekete çevirdi diyebiliriz.
TOPLAMIN MECLİSİ OLMA İDDİASI
Referandumun meşruluk sorunu aynı zamanda Hayır Meclisleri’nin de geleceğe dönük bakışını netleştirdi. Referandum öncesi ufaktan başlayan “sonrası” tartışmaları bu meşruluk sorunu ile bir anda ete kemiğe bürünüverdi. Hayır Kadıköy’ün yaptığı Çalıştay ve Kenter Tiyatrosu’nda gerçekleştirilen İstanbul Buluşması bu anlamda tartışmaların çeşitliliği açısından et ile kemiğin kanlı canlı olacağının da işaretleri ile dolu. Forum şeklinde yapılan toplantılarda oldukça fazla öneri ve yönelimin konuşulması bu kadar çok sorunun olduğu bir ülkede kaçınılmaz. Önemli olan bu kadar çok sorunun, bu kadar çok çeşitlilikle beraber nasıl ortak bir zeminde hareket ettirileceği? Meclislerin en çok fikir beyan edilen meselelerinin başında ortak hedef ve programın gelmesi de bu yüzden. Bugün kendini Hayır oyu ile ifade eden, gidişattan memnun olmayanlar toplamıyla yarın daha yaşanabilir bir ülkeye gidişte Hayır Meclisleri’nin rolünün önemli bir kısmı tam da buradan geçiyor. Referandum sonrası artık iyice ayyuka çıkan ve toplumun her kesimine yayılan rahatsızlıklar, kendini ifade edecek alanların ihtiyacını iyiden iyiye artırırken birçok kaygıyla hareket eden bu toplamın meclisi olma iddiası asgari düzlemde herkesin ortaklaşabileceği bir zemini de zorunlu kılmaktadır.
Bu açıdan yazının girişinde ifade edilen üçüncü toplaşma döneminin devamı denebilecek Adalet Yürüyüşü, öne çıkarttığı talep açısından birleştirici bir niteliğe sahipmiş gibi gözükmekte. Fakat burada CHP’nin 15 Temmuz sonrası Yenikapı ve Referandum sonrası sahadan çekilen manevralarının yarattığı tüm olumsuzluğun bilinciyle talebin sınırlarının alabildiğine genişletilmesi ve tüm kesimleri kapsayacak şekilde bir zemine oturtulması Hayır Meclisleri’nin de bu yürüyüşler içinde nasıl bulunacağına dair ipuçlarını önümüze sermektedir. Soru, toplumsal muhalefetin bir araya gelme ihtiyacının CHP’nin kırılgan zemininde ne kadar karşılanabileceğiyken Hayır Meclisleri’nin bu ve benzeri tartışmaları oldukça önem kazanmaktadır.
Hayır Meclisleri’nin İstanbul Buluşması referandum sürecinde kazanılan deneyimin değerini farklı bir biçimde açığa çıkartmaktadır. 16 Nisan’a kadar Hayır oyu etrafında toplananların artık ‘Gidişata Hayır’ diyerek konuştuğu bir meclis var. Topluma dayatılan anayasa ile beraber meclisin işlevsizleştirilmesine karşı en geniş toplumsal kesimi meclisleştirebilmek sanırım bu sürece dair verilecek en iyi cevap olsa gerek. Keza toplumun gerçek anlamda bir meclise ihtiyacı olduğu aşikar ve referandumdan önce atılan tohumlar bugün boy vermeye başladı gibi gözüküyor. Şu an toprak da iklim de büyümeye müsait.
http://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2017/06/29/referandum-sonrasi-hayir-meclisleri-su-akiyor-yatagini-buluyor/

5 Şubat 2017 Pazar

Dergi Yazıları:

Antifaşist Tribün Hareketi


Toplumsal Özgürlük- Ocak 2017



Türkiye’de antifaşist tribün hareketinin geçmişi çok eski gibi gözükse de gerçekte son on yıla yayılmış bir harekettir. Ve şekli, şemali, sınırları tam belirlenmemiş ve daha çok da simgeler üzerinden yürüyen ve tabiri caiz ise hemen tüketilmeye açık bir harekettir. Önemlidir ve önemli olduğu kadar da önem gösterilmemektedir.
Ülkemizde antifaşist taraftar hareketleri kendilerini ifade eden bir sözleşmeden çoğunlukla yoksundur. Burada sözleşme olarak anlatılmak istenen hareketin kendini tanımladığı, sözünü söylediği bir metin, manifesto vb şeylerdir. Bu tip metinler önemlidir çünkü ne olduğunuz ve neyi yapmak için bir araya geldiğinizin açık ifadesidir. Yaptığınız ya da yapmadığınız bir hareket ancak böylesi bir sözleşmeye bakılarak yargılanabilinir. Aksi, kemiksiz ve biçimsiz bir bir araya geliştir. Kastedilen uzun, ağır, teorik metinler değildir. Bir kaç cümle bile bir çok şeyi anlatır. Bu bir kaç cümle kendi içinde oldukça derin ve neyin yapılması ve yapılmaması gerektiğini anlatan bir bütünü oluşturur. İş kendinizi nasıl ifade ettiğinizdir.
Che görse kovalar
Simge kullanımları ancak böylesi bir tanımlamanın ardından gelmelidir. Altı en basitinden kendinizi tanımlayan ilkeler ile doldurulmamış simge kullanımı temelsiz ve popülist bir yaklaşımdır. Oldukça fazla örneği var bu tip popülist kullanımların. Anarşist A’lar, Che bayrakları, antifaşist simgelerle donanmış nice tribün grubu rantın içinde, güvenlik güçleri ve yöneticilerle sarmaş dolaş olmuş haldedir. Kendini antifaşist olarak adlandırdığınız anda doğallığında bir sınır çizilmiş olur ve bu sınır da sizi her tür rant ilişkisinden, faşizmin simgesi olmuş her tür kurum ve kuruluştan bağımsızlaştırır. Böylesi durumların panzehri kendini tanımlamadır. Che resmi kullanılınca maalesef antifaşist olunmuyor.
Üzerinde Che resminin olduğu bir atkıyı takıp tribünde ırkçı sloganlara eşlik edildiğine çokça rastlıyoruz. Yapılan kimi hareketleri Che görse yattığı yerden kalkıp yapanları kovalar. Antifaşist taraftar grubu aynı zamanda antifaşist bir okuldur. Faşizmin insana ve yaşama dair her tür yıkıcı etkisine karşı tribünden yükselen sestir ve bu sesin yükselebilmesi için gırtlak kadar bilincin de sağlam olması gerekir. Bu bilincin sağlamlığını sağlayacak olan şey ise oluşmuş olan bu tip tribün gruplarının kendi içlerinde oluşturdukları disiplin ve işleyiştir. Antifaşizm net ve değiştirilmez bir ilkedir. Bu anlamıyla ilkeden taviz verilmez ve her tür ihlal son derece sert bir biçimde karşı durulması gereken bir durumdur.
Faşist karakterin (bu ister devlet olur isterse bir yönetici veya grup üyesi) yarattığı her tür etki antifaşist hareketin net tutumuyla karşılaşır. Bu noktada grup ya da hareket asla ve asla bu etkinin bir parçası olamaz. Parçası olması demek antifaşizmin sulandırılması ve harekete mikrop bulaştırılması demektir. Her tür kavramın ve anlayışın egemen güçler tarafından sulandırıldığı gerçeğini göz ardı etmeden net bir duruş ve tutum sergilemek antifaşist taraftar hareketin güçlenmesini sağlayacaktır. Kafaların karıştığı, her tür olumsuz hareketle kucak kucağa gelmiş bir antifaşist taraftar hareketi hiç bir derde derman olmaz.
Düşmanımın düşmanı dostum mudur?
Taraftar hareketi yapısı gereği oldukça kozmopolit bir alanda varolmaktadır. Özellikle ülkemiz gibi karmaşık yapılı tribünlerin olduğu yerlerde bu kozmopolit yapı ister istemez çok farklı kitlelerle yan yana gelmeyi de gerektirir. Yan yana gelişlerin ilkesiz bir biçimde olması daha doğrusu antifaşist taraftar topluluklarının kendi ilkeleriyle sınırlarını çizmemesi de yukarda bahsettiğimiz hastalıklı durumu farklı bir biçimde yaratır. Bu noktada ülke tribünlerinin gereksiz bir biçimde ortaya çıkarttığı çeşitli takımlar arası düşmanlıklar ve dostluklar da bu ilkesiz birlikler ile birlikte garip sulara yelken açmayı gerektirdiği de gözlemlenmektedir. Sırf yerel rakibine düşman diye ırkçı gruplarla anlamsız dostluklar kurulabilmektedir. Dost diye tanımlananların ne kadar anti faşist taraftar hareketinin sınırları içinde bulunduğu gözlemlenmeden yapılan hareketlerin dönüştürücü etkisi maalesef karşı taraf üzerinde olmamaktadır.
Tribün pek çok açıdan her tür iş birliği ve dayanışmanın olduğu bir yerdir. Bu inkar edilemez. O basamaklarda yapı omuz omuza olmayı gerektirir. Ama dediğimiz gibi bu omuz omuza olma durumu mutlaka ve mutlaka kendi ilkelerinle kendini tanımlamayla olmalıdır.
Siyaset-sizsiniz
Antifaşist taraftar hareketi özünde politiktir. Bu politiklik salt ülke politikasına bir duyarlılık göstermek şeklinde algılanmamalıdır. Bulunulan alanın kendi çıkarları ve bir politikası doğallığında vardır. Bu alana sırt çevirip salt ülke politikasına göz dikmek de farklı bir popülizmdir. Kendi sorunlarına karşı duyarlı olmak anti faşist taraftar hareketinin başlıca sorunlarından olmalıdır. Dağ gibi sorun genel taraftar hareketinin önünde yığılmışken bunlarla uğraşmamak bu hareketin muhalif yanının törpülenmesi, kendi bacağına sıkması demektir. Özünde kendi varlığını da etkileyecek bu tip girişimlere karşı çıkmak ve bütün taraftarları da bu karşı çıkışa davet etmek taraftar hareketinin, niteliği farketmeksizin, görevidir. Deplasman yasakları, pahalı bilet politikaları, Passolig, taraftarlara yönelik sebepsiz şiddet, tribün yasakları, vb. gibi tonla sorun ortada dururken bunlara kafa çevirmek hareketin özüne aykırıdır.
Her yerde omuz omuza
Dayanışma antifaşizmin en önemli özelliğidir. Faşizmin her tür ayrıştırıcı, yalnızlaştırıcı ve kendinden olmayanı ezici saldırılarına karşı birleştirici ve dayanışmacı bir nitelik beklenecek yegane hareket antifaşist taraftar hareketidir. Uluslararası olduğu kadar ulusal ölçüde de bu dayanışma bağlarının kurulması oldukça önemlidir. Dayanışma olmadan genel ortamda kazanım elde etmek oldukça güçtür. Birini diğerine yeğ tutmadan, yani salt popüler gözükmek adına uluslararası antifaşist tribün gruplarıyla dayanışma sergilemek işin özüne aykırıdır. Burada sınır tanımadan bir dayanışma ağı örmenin her tür koşulu sonuna kadar zorlanma içinde olmalıdır. En nihayetinde faşizme karşı omuz omuza.
Bu daha başlangıç
Şimdilik işin ilkelerine girmeden genel bir çerçeve çizmek açısından böylesi bir tartışma oluşturabilmek oldukça önemlidir. Geç kalmış veya zamanında yeterince yapılamamış bir tartışmayı bugün açmak geleceğe ışık tutar. Bunun için bugüne kadar yapılanları iyice bir gözlemleyip düşünmek ve hatalarıyla, sevaplarıyla genel hareketi bir gözden geçirmek faydalı olacaktır. Bu konunun üzerine yatalım ve bir miktar düşünelim şimdilik.