5 Haziran 2014 Perşembe

ANTİRA2014


St. Pauli Bizi Fethetti



Bu sene 8. Kez düzenlenen Antira futbol turnuvasına 2. kez katıldık. Turnuva Alerta isimli antifaşist taraftar örgütlerinin organizasyonuyla iki yılda bir Almanya’da St. Pauli taraftar birliği olan Fanladen’in, ara yıllarda da belirlenen grupların organizasyonuyla gerçekleştiriliyor. (Yapılan toplantılar sonucunda önümüzdeki sene Malmö taraftarları düzenleme işini üzerlerine aldılar.)

Bu sene ilk katıldığımız seneden farklı olarak tüm organizasyon St. Pauli’nin stadı olan Millentorn’da gerçekleştirildi. (İki sene önce stad inşaatından dolayı başka bir amatör takımın sahası ve tesislerinde gerçekleştirilmişti.) Turnuva stadda oynanıyor, insanlar tribünlerde maçları izliyor, koridorlarda da gelen taraftar gruplarının açtığı standlardan alışveriş yapıp bira içerek sohbet ediliyordu. Hemen stadın yanında da Avrupa’nın çeşitli yerlerinden gelen gruplar kendilerine ayrılan çadırlarda kalıyorlardı.

Stadın hemen yanındaki kamp alanı ve Vamos Bien çadırı
Tamamen birbirini tanıma ve davet esasıyla çağrılan taraftar grupları kaynaşmakta çok güçlük çekmiyordu. Kah çeşitli yazışmalardan kah da çeşitli ziyaretlerden herkes birbirini çok iyi tanıyordu. Geçen turnuvaya Türkiye’den ilk kez davet edilen grup Vamos Bien iken bu sene Ankara’dan Gençlerbirliği taraftar grubu Kızıl Kara da organizasyondaki yerini aldı.

Turnuva
Turnuvanın esası temsilden çok kaynaşmayı amaçladığı için takımlar tek başlarına sahada bulunmak yerine belirlenen taraftar gruplarıyla bir takım oluşturdular. İkili gruplar ister birer devre olarak isterlerse de karma takım çıkartarak maçları yaptılar. Bizim beraber oynadığımız taraftarlar Marsilya taraftarlarıydı. Gerçi takımdaki eksiklikler orada olan herhangi bir kişi tarafından da doldurulabildiğinden bu sınırlar çok da önemli değildi ama kağıt üzerinde olması gereken bir takım ve çıkılması gereken bir maç vardı.

Toplamda 18 takım (Her biri iki ayrı gruptan oluşuyor.) 30 Mayıs-1 Haziran tarihleri arasında 3 grupta maçlar yapıp ilk 16 sırayı alanlarla elemeli usul üzerinden finale kadar gittiler. Karma takım oluşturulsa da kadınlar için de ayrı bir kategori var. Geçen seferden kendimize bir çeki düzen verme sözü vermemize ve bu organizasyona 6 ay öncesinden hazırlanmaya başlamaıza rağmen 14. Olmaktan kurtulamadık. Gerçi tarihlerin ilk açıklandığı zaman bilet organizasyonu yapıp kafileyi yola düzmeye hazır etmiştik ama sonradan gördüğümüz kadarıyla biz daha uçaktayken turnuva başlamış ve ilk üç maçı oynamışlardı bile. Bize kalan ise son bir maç oynamak gibi gözükürken organizasyonun yorgunluğu (tabii sadece organizasyon değil tek sebeb J ) pazar sabahı son maça zorla çıkmamıza ve elendik nasıl olsa diyerek konsantrasyonu başka işlere vermemize sebep oldu. Ama arkasından gelen ‘hadi eleme maçınız var’ anonsu grubu bir anda şaşkınlığa sürükledi ki bu şaşkınlıkla sahaya çıkmak oldukca zordu.

Sadece Futbol mu?
Merkezine futbolu koyan ama futbol oynamak dışında paneller, atölye çalışmaları, söyleşiler ve bol sohbeti de futbol kadar önemli olan bu organizasyona katılıp da mutlu, huzurlu ve kafası dolu dönmeyen bulmak zordur sanırım. Neredeyse üç gün boyunca uyumayan bir organizma gibiydi kamp alanı. Sürekli bir konuşma, tezahürat, gürültü yumağında uyumak oldukça güçtü zaten. Bir de 22.30 gibi kararıp 03.00 gibi aydınlanan havayı da yanına eklersek günler bitmek bilmiyordu.

Yola çıkış
İlk gün olan 30 Mayıs Cuma günü İstanbul’dan yola çıkan 9 kişi öğlenden sonra Hamburg Havaalanına indik. Burada bizi karşılayan Antira ekibi iki minibüs ile bizi kamp alanına getirdi. Kamp alanında bizden önce İstanbul’dan gelen 5 ve Almanya’dan katılan 2 arkadaşımızla buluşarak ekibimizi tamamladık. Altı ay önceden organize olmanın meyvesi olarak 16 kişi olarak Antira’da yerimizi almış bulunduk.  Önce beraberimizde götürdüğümüz pankartları Millentorn’a asıp sonra maça çıkacak arkadaşlarımızı hazır ettik.

Pankartlarımız tribündeki yerini aldı

Bu arada bizim de gelmemizle beraber Alerta toplantısına katılmak üzere gruptan bir arkadaşımızla beraber toplantının yapılacağı lokale doğru yollandık. Yolda diğer gruplardan gelen arkadaşlarla kısa sohbetler yaparak toplantıyı gerçekleştirip etkinlik çadırında gerçekleştirilecek panelde yerimizi aldık.

Panelde USP, Bukaneros, Kara Kızıl ile beraber söyleştik

Panelin konusu ‘Sosyal Gösterilerde Taraftarların Rolü’ olarak belirlenmişti ve katılan dört konuşmacıdan ikisi de haliyle Türkiye’den gelen Vamos Bien ve Kara Kızıl adına konuşan arkadaşlardı. Diğer ikisi ise Ultras St. Pauli ve Bukaneros gruplarındandı. Doğallığında buradaki ana konuşmalar ve sorulan sorular hep Gezi direnişinin etrafında döndü durdu.

Panel sonrası artık akşam olmuş (gerçi hava apaydınlıktı ama) ve gece yapılacak parti öncesi hem karnımızı doyurma hem de kısa bir St. Pauli turu yapmaya karar verdik. Yediğimiz yemekleri biraz dolaşarak eritmeye çalıştıysak da kamp alanında içtiğimiz biralarla bu pek de mümkün gözükmüyordu. Biranın sudan daha ucuz olduğunu düşünecek olursak bundan daha doğal birşey aramak da biraz saflık olurdu.

Bira önemli
Bu arada bira hemen stadın aldında Fanladen (St. Pauli Taraftar Birliği gibi bir oluşum) odası ve Taraftar barının hemen önünde satılıyordu. Bira Hamburg’un en yaygın birası ve aynı zamanda St. Pauli’nin de sponsoru olan Astra birasının şişesiydi ama ilginç bir uygulama yapmıştı Antira’yı organize edenler. Plastik turnuva bardaklarını 1 Euro’ya satıyorlar ve şişeleri bu bardaklara dolduruyorlardı. Bira içmek için bardağı yanınızda taşıyordunuz ve götürüp yine 1 Euro’ya doldurabiliyordunuz. Böylece ortalıkta şişeler çöp gibi yığılmıyor ve de kırılarak insanlara zarar veremiyordu. Gerçi herkes bardakları kaybediyordu ama elinizi attığınızda bir bardak buluyordunuz. Bir de 6-7 yaşında çocuklar bardak toplayıp bunları paraya çeviriyor ve gidip St. Pauli ürünleri alıyorlardı ki sonuçta para yine bir biçimde taraftar ürünleri veya kulübe gidiyordu.

Stadın altındaki bar ve taraftar merkezi hava aydınlanana kadar açıktı

Uykusuz ve alabildiğine soğuk bir gecenin sabahında kısa bir St. Pauli turu yapıp Cumartesi günleri açılan bit pazarına rastgelerek 1-2 saatimizi ilginç ve çok ucuz bir alışverişin içinde geçirdik. 2 Euro’ya plak, 4 Euro’ya postal, 2 Euro’ya şapka gibi şeyler alıp tekrar kamp alanına geçtik. Burada, atölye çalışmaları, söyleşilerin yanısıra Alerta toplantısı bir önceki gün kaldığı yerden devam etti.

Gezi Direnişi yıldönümü
Cumartesi günü turnuva maçlarına ara verilmişti. Günün ilk kısmı diğer çalışmalara ayrılmışken öğleden sonra tam saha iki maç oranize edilmişti. Bu maçlardan ilki Göçmenler ile ikincisi de Eski St. Pauli’li futbolcu karmasıyla Antira karmalarının karşılaşmalarıydı. Antira karmasında isteyen herkes oynamak için başvurabiliyordu. Vamos Bien adına iki arkadaşımız ilk maç olan Göçmen karmasıyla karşılaşırken sahada bulunan tek kadın futbolcunun grubumuzdan bulunması bizim için ayrı bir kıvanç kaynağıydı. Maç esnasında maraton tribünde bulunan taraftarların coşkusu görülmeye değerdi.

Gezi Direnişi anması

Gün 31 Mayıs’tı ve bizim için ayrı bir öneme sahipti bu gün. Gezi olaylarının yıldönümü olması ve İstanbul’dan gelen haberler ile grup olarak farklı bir ruh halindeydik. Gelmeden önce organizasyon komitesinden bir anma yapmak için izin istemiş ve buna dair birtakım hazırlıklarda bulunmuştuk. Bir metin hazırlamış ve bu metni ingilizce ve almancaya çevirmiştik. Pankartlarımız ve Gezi şehitlerinin resimleri tribünde yerini almıştı ilk günden. Bir de Almanya’dan gelen arkadaşımız bol miktarda meşale ve sis bombası getirmişti. Amacımız kale arkasında pankartlarımızın asılı olduğu yerde bu anmayı yapmaktı ama o tribünün arkasında bizim organizasyondan bağımsız çocuklar için bir etkinliğin olması ve meşale ile sislerin çocukları rahatsız etme ihtimaline karşı bizi Maraton tribününe aldılar ve iki maçın arasında da mikrofonu bize vererek metnimizi okumamızı sağladılar.

Uzun metinleri kitlelere okumak Türkiye’de derttir. Gerçi yazdığımız metin görece akıcı da olsa kalabalıklar genelde dinlemez ve bir uğultu olur, insanlar sıkılır diye tek dilde okumaya karar verip ingilizce bilen bir arkadaşımıza verdik okuma görevini. O teknik masada yerini alırken biz de tribünün üst bölümünde pankartımız (OccupyGezi) meşalelerimiz ve sis bombalarımızla hazır bir biçimde bekliyorduk. Kara Kızıl’ın da katılmasıyla beraber anma etkinliğinin duyurusu yapıldı ve arkadaşımız metni okumaya başladı. Bütün herkes susmuş ve cankulağıyla söylenenleri dinliyordu. Konuşma bitince bu sefer meşalelerimiz ve sislerimizle beraber tek tek Gezi Şehitleri’nin isimlerini bağırarak bir de tribünde andık onları ve ardından da Gezi sloganları. Herkes alkışlarken ‘Alerta, Alerta, Antifascista’ sloganıyla da bütün katılanları ortaklaştırarak anmamızı bitirdik.

Tribünden ayrılırken herkesin gelip tek tek bize saygılarını belirtmesi ve konuşma üzerine birşeyler söylemesinden anladık ki insanlar dinlemişler. Bu bizim için büyük şaşkınlıktı, çünkü ülkemizde bu tür konuşmalar genelde dinlenmez. Ama amacımıza ulaşmıştık. Gezi direnişini ve o günden bugüne yitirdiklerimizi tek tek Avrupa’nın dört bir yanından gelenlere anlatmıştık.

Vamos Bien standı


Berkin bizimle
Standımıza gittiğimizde bu ilginin orda da devam etmesi bizi oldukça şevklendirdi. O gece St. Pauli semtinde bulunan ve Gezi benzer bir direnişe sebep olan işgal evi Rote Flora’da Antira için yapılacak bir konser vardı. Tüm katılımcılar staddan Rote Flora’ya kadar yürüyüş yaparak gidecektik. O an standımıza bir haber geldi ve polisin yürüyüş güzergahında önlem aldığı ve bize özel olarak da polis saldırmadan saldırılmamasını ilettiler. (Nasıl bir izlenim bıraktıysak artık J ) Biz de Türkiye’de Gezi yıldönümüne ait kara haberler alırken böylesi bir yürüyüşle oldukça heyecanlanmıştık. Hemen standımızı toplayıp yürüyüşe hazırlanmak için çadırımıza geçtik.

Çadıra geçerken organizasyonda da aktif görev alan USP içindeki ZieleGruppe isimli altgrubun (ki kendileriyle oldukça yakın ve de sıcak ilişkiler içindeyizdir) bizi ziyaret edeceklerini öğrendik. Çadır içinde herkes üstünü başını akşama göre düzenlerken bir anda başlayan bir tezahürat ve çıldırma eşiğinde kapalı çadırda patlatılan mavi bir sis bombası ile ortam Şirinler köyüne dönerken sabahlara kadar tezahürat yapıp, içen İskoçlar, Belçikalılar ve bilumum ülke insanı şaşkın bakışlar ile bizi izlemeye başladı ki sanırım noktadan sonra adamların saygısı farklı bir aşamaya evrildi. Çadırdan dışarı çıkan mavi duman ve içerden gelen ‘Biber Gazı Oley’ sesleri ile artık nefes almak dayanılmaz noktaya erişince kendimizi dışarı güç attık. Bir kısmımız birkaç saat mavi tükürdük ve çadır 12 saat kadar sis koktu ama oldukça eğlenceliydi J

Biber Gazı Oleeeey

Çadırdan kendimizi dışarı attığımızda karşımızda ZielGruppe elemanlarının şaşkın bakışlarını görünce biraz toparlandık. Sonra karşılıklı tezahüratlar ve beraber az çıldırmalardan sonra dost Zielgruppe bize Elvan ailesine vermek üzere stadda açtıkları Berkin pankartı ile kendi grup pankartlarını verdiler. Biz de onlara kendi grup pankartımız ile hazırladığımız grup kitapçığını verdik ve karşılıklı kısa konuşmalardan sonra beraber resim çektirdik.
Berkin için Zielgruppe'nin Millertor'da açtığı pankart


Ve pankartı Elvan ailesine göndermek için teslim aldık


Rote Flora yürüyüşü
Daha sonra yürüyüş başladı ki ortalık bir anda çatır çutur patlayan torpillerle yankılanmaya başladı. Staddan çıkan yaklaşık 1000 kişilik bir grup son derece coşkulu bir biçimde yolları kapatarak Rote Flora’ya doğru meşaleler, torpiller eşliğinde akıyordu. Yolda polis yoktu ama gelen haberler hemen güzergahın arka sokaklarında yoğun önlem alındığı şeklindeydi. Yol boyunca 1-2 banka tahribatı ve yazılamalar dışında pek olay yaşanmadı. Antikapitalist ve antifaşist sloganların dışında türkçe ve almanca atılan ‘Her Yer Taksim Her Yer Direniş’ sloganı gözlerimizin gazsız yaşarmasına sebep oluyordu.

Rote Flora'ya yapılan yürüyüş oldukça keyifliydi

Rote Flora’nın önüne gelince yaklaşık yarım saat kadar cadde trafiğe kapatıldı ve sloganlarla beklendi. Yarım saat sonra insanlar yavaş yavaş binaya girerek konser için beklemeye başladılar. Biz de ilk kez girdiğimiz bu mekanda hem St. Pauli’li dostlardan buranın hikayesini dinledik hem de etrafımızı inceledik. Bina 20 yıldan fazladır semt sakinlerinin işgali altında. Evsizlere kalacak yer olmaktan kültür merkezine uzanan bir hikayesi var. Kültür merkezi olurken evsizleri dışlama gibi bir tutum yok elbette. Kültür merkezi diyince gözünüzde allı pullu bir yer canlanmasın. Oldukça kıt imkanlarla kotarılmış ve her tarafı grafiti ve duvar yazılarıyla kaplı bir bina. Ama herşey semt sakinlerinin insiyatifinde. Ne isterlerse onu yapıyorlar. İster atölye çalışması, ister konser, ister tiyatro.

Konser oldukça geç başladığı için biz bir grup yaşı geçkin Vamoslu olarak kamp alanına doğru geçerken genç Vamoslular daha yeni içeri giriyorlardı. Hava yeni kararmış, saat gece yarısı civarıydı J

Son gün Son maç!
O geceyi de oldukça soğuk ve bu sefer daha fazla sarınarak geçirdikten sonra sabah kalkan küçük bir grup olarak  bir gün önce soğuktan cesaret edemediğimiz duş olayını gerçekleştirmek istedik. Saat 10.00’da açılan duşlar için 9.55’de Shower yazılarını takip ederken kendimizi bir anda ‘Evsahibi’ ve ‘Misafir’ yazan odaların önünde bulduk. Evet, yıkanmak için kullanılan yerler tam da futbolcuların soyunma odalarındaki duşlardı. Sıcak sıcak duş kemiklerimizi nasıl ısıttı anlatamam.

Duşun ardından sıra sabaha karşı gelen tayfayı uyandırmaktaydı. Çünkü bir gün ara verilen fikstüre son grup maçımızla devam edecektik. Saat 11.30 sıralarında son maçımızı oynamak üzere çadırı ayaklandırdık. Bu o kadar da kolay olmadı haliyle ama sahada takımı bir şekilde varettik. Adamlar o kadar organizasyon yapmışlar, çıkmamak olmaz ennihayetinde. Bu maçı da kaybettikten sonra bütün ekip olarak turnuvayı kapatıp standımızın başına geçmiştik. Artık kalan kısmı sohbet, takas ve alışveriş ile geçirecektik ki gelen haber bütün ekibi sarstı: Son 16 eleme maçımız var! Nasıl yani? Elenmedik mi? Elenmemişiz meğersem ama artık çok geç herşey için. Marsilyalılar ve bizim zayıf desteğimizle elenmeyi becerip işimize devam ettik J

Marsilya taraftarları ve Vamos Bien ortak takımı

Öğlen civarı biten turnuva son final maçlarının oynanması öncesinde geleneksel toplu fotoğraf çekimi için verilen ara ile devam etti. Bütün katılımcıların maraton tribününde yerini alması ve coşkulu tezahüratlar eşliğinde çekilen fotoğraflar bizi kesmemişti. Fotoğraf çekimi bitmesine rağmen biz tribünün üstündeki yerimizi muhafaza edip bağırmaya devam edince gidenler de geri döndüler haliyle. Zielgruppe ile yaptığımız tribüne Omonia Gate9, AEK Original21 ve Atalanta Antifa Bergamo’luları da davet ederek coşkuyu üst noktaya taşıdık. Bundan sonra zaten adımızı turnuvanın en coşkulu grubu ünvanıyla anar oldu herkes.

Toplu resim ve toplu coşku

Tribünde coşkuyu devam ettirdik

Kadınların ve erkeklerin final maçlarının ardından (gerçi kadınlar kategorisinde finale çıkan iki takım da anlaşarak maç yapmadan birinciliği paylaşmayı seçmişler ve sonra da dostluk maçı yapmışlardı ama) kupa törenine geçildi. Kupa töreni Antira’da şöyle oluyor ki, katılan her grup ülkesinden bir hediye getiriyor ve bu hediyeler bir şekilde diğer gruplara tören esnasında veriliyor. Biz de bir kutu hazırladık hediye olarak. Kutuda bir adet rakı, grup tshirtü ve hazırladığımız grup kitapçığı yeraldı. Erkekler kategorisinde birinci olan Ultras St. Pauli – Celtic Green Brigade karmasının kupayı almasıyla tören ve turnuva sona erdi.
Geçmiş yıllarda Antira futbol turnuvasını kazananların yeraldığı plaket

Hediye masası ve arkada turuncu kutuda Vamos'un hediyesi
Finalde USP-Green Brigade karması ile Bordo-Düsseldorf karması oynadı

Ultras St. Pauli - Celtic Green Brigade takımının kupa coşkusu

Tribünde ve koridorda gruplar olarak beraber çektirdiğimiz fotoğraflardan sonra iyiniyet göstergesi olarak yaptığımız değiştokuşlar ile Antira2014’ü fiilen bitirmiş olduk. Akşam Zielgruppe ile beraber yediğimiz bir yemek ve ardından da kamp alanında kaldırdığımız kadehler, kutladığımız iki gruptan birer arkadaşımızın doğum günleri ve de gece son kez St. Pauli taraftarlarının pubı olan Jolly Roger’de içilen biralarla ertesi gün erkenden kalkmak üzere çadıra günün aydınlanmasına az bir süre kalırken girdik.

Son gün öğlenden sonra kalkacak uçağa kadar kalan vakti Hamburg’u gezerek geçirdik ama kimse kusura bakması Hamburg bir St. Pauli değil.

Antira 2014’de kafama takılanlar

  •             Klişe bir söylemdir; futbol taraftarları ve alkol yanyana gelince ortaya atom bombasından daha güçlü bir tahrip gücü çıkar. Dört gün boyunca Avrupa’nın değişik yerlerinden gelen ve içinde İtalya, Hırvatistan, Almanya, İngiltere, İskoçya, İspanya, Fransa gibi futbol ve tribün konularında oldukça fazla olayın olduğu taraftar grupları üyelerinin olduğu bir ortamda neredeyse 24 saat kesintisiz akan alkolün sebep olduğu olay sayısı sıfırdı. Beraber içildi, tezahürat yapıldı, eğlenildi, konuşuldu, tartışıldı, maç yapıldı tek yapılmayan şey ise olaydı. Buraya gelen taraftar gruplarının temel niteliği olan antifaşistlik, ırkçılık karşıtlığı, cinsler arası eşitlik, homofobi karşıtlığı ve antikapitalistlik bu gruplar arasında herhangi bir olay çıkmasına temelden engeldi çünkü. Milletler arası bir rekabetten ziyade dayanışma duygusunun ön planda olduğu bir ortamda olay çıkaracak yegane unsur alkolden ziyade başka şeyler olabilirdi ki o düşünce burada yoktu.

  • Olay molay yok vallaha

  •             Dört gün boyunca St. Pauli stadını ve sahasını ev gibi kullanırken gözümüze çarpmayan en önemli şey kulübün herhangi bir yöneticisiydi. Gördüğümüz tek sorumlu ve organizatör bizatihi taraftarın kendisiydi. Sahi bu kulübün başkanı, yönetim kurulu, yöneticisi filan yok mu yahu? Onlar olmadan nası böyle bir organizasyon yürüyebiliyor ki? Sorduk, taraftara köpek çeken de yokmuş burda. Anladık ki burada Aziz olan Pauli’den başkası değilmiş.

  •           Yine bu dört gün boyunca stadı, sahayı ve hatta futbolcuların soyunma odalarını, duşlarını kullanırken karşımıza ne engel çıktı diye soracak olursanız vereceğimiz cevap hiçtir. Belli yerlere konan paravanlar kale arkasındaki etkinlikle Antira’yı ayırmak için seperatör görevi görüyordu, o kadar. İsterseniz diğerine de geçebiliyordunuz. Onun dışında kimse birşeye karışmadı. Herkes stadı evi gibi kullandı. Peki zarar ziyan nedir? O da koca bir hiç. Kırılan ne bir koltuk ne bir cam, çerceve. Herşey yerli yerinde geri dönüyoruz. Saha aynı zamanda insanların gelip çocuklarıyla maç yaptığı bir oyun parkı gibiydi.

  • Saraçoğlu'nda topa böyle vurmak için seçilmiş olmak gerek herhalde

  •            Kendi stadımızdan alıştığımız o güvenlik görevlisi duvarını da orada göremedik. Güvenlik yokmuydu? Elbet vardı, ama gece kamp alanında görev yapan ve gerçekten orda kalanların güvenliğini sağlayan birkaç görevli, o kadar. Onun dışında askeri düzende insan güvenliğinden çok eşya güvenliğini sağlayan bir yapı göremedik. Bir de polis olayı var ki o da yoktu organizasyonda. O da olmayınca zaten olay çıkaracak bir sebep de kalmamıştı. Kimsenin burnu kanadı mı? YOK!

  •          Göze çarpan, daha doğrusu çarpmayan şeylerden biri de stadın duvarlarından bize sırıtan reklamlardı. Reklam vardı elbet ama ana duvarlar hep kulübün ruhunu yansıtan güzel duvar resimlerine ayrılmıştı. Ön planda olan reklam değil, taraftar ve kulüp grafitileri ve duvar resimleriydi. Ruhsuz, soğuk ve insana mesafeli değil aksine içine çeken, sıcak resimler. En iyi yerler sponsorlara değil renklere ayrılmıştı hep. Ve stickerlar. Heryer taraftar stickerlarıyla doluydu ve sökülmemişti. Bu sadece stad için değil bütün semt için geçerli. İnsan onları okurken bile bir çok şey öğreniveriyor.
    Stadın içinden bir duvar resmi

  • Stadın içinde bir kapı
Stadın dıştan en çok gözüken duvarı. Resimdeki adamın elinde 'Bu duvara reklam alınacaktır' mı yazıyor?
Şaka la şaka :) Bayern Münih'i yendikleri maçın orjinal tabelasını asmışlar. Eski ve orjinal tabela, yanlış anlaşılmasın
  •          Biz kendimizi kandırıyoruz. Türkiye’de ‘Halkın Kulübü’ yok. Bu kadar net. Halkın parasını bastırıp da satın aldığı hizmetler var. Halkın kulübü nasıl olunuru bu turnuva vasıtasıyla net gördük ve bizdeki yalgının ne kadar yanılsamalı olduğunu anladık.

  •          Ve geri dönerken içimizi saran bütün karamsarlığın yanında en çok üzen de ‘bizde bunlar olmaz’ duygusunun ağır basmasıydı. Aynı neoliberalizmin ve onun yarattığı azgın ekonomi ile yarattığı vahşi karakterin değişmez olduğu hissiyatı gibi. Hakkaten başka bir kulüp mümkün olamaz mı?
Halkın Stadı Millerntor