UYANIŞ, AYAĞA KALKIŞ, YÜRÜYÜŞ…
Redaksiyon Dergisi - Sayı:6 - Şubat 2014
Uyanış
En klasik tabirle Türkiye gibiydi Fenerbahçe camiası. İçinde
bu ülkeye dair ne varsa barındırır, halk ne tarafa kayarsa o yöne doğallığında
eğilirdi. Bir yanıyla Mustafa Kemal’in takımı diye övünülürken diğer yanıyla
Erdoğan’ın kazandığı seçimi ‘Türkiye’ye yakışan Fenerli başbakan’ pankartıyla
karşılardı. Ama tribün her zaman tribündü ve kendine has kültürü vardı.
90’ların hızlı sağcılaşma döneminde Kadıköy tribünlerine bindirilen Ülkücü
kıtalara direnç gösteren ise yine tribünlerdi.
Ne olduysa 3 Temmuz 2011 günü oldu ve bir daha kapatmamak
üzere gözlerini açtı koca camia.
O pazar sabahı bir tutukluluğa uyandı Fenerbahçeliler.
Anlamadıkları ama başlarından aşağı kaynar kazanların boşaldığı bir sabaha
uyandılar. Kulübe baskın yapılmış, başkan Aziz Yıldırım ve bazı yöneticiler
gözaltına alınmıştı. Ortada dolaşan iddia kazanılmış bir şampiyonluğun şike ile
elde edildiğine dairdi. O kadar çok şey yazılıp söyleniyordu ki kısacık sürede olayın
şokunu yaşayan insanlar hiçbirşeyi mukayese edemez bir sersemliğe mahkum
olmuşlardı.
Türkiye futbolunun kirli yapısını bilenler için sürpriz
olmayan bir müdahaleydi ama yapının gerçekte temiz olan bir yanı da yoktu. İlk
ayılma tam da o anda başladı. Fenerbahçe bu kirli sistemde bir parçaysa
diğerleri neydi?
Bu düşünce, son dönem davalarını izleyenlerin deneyimleriyle
birleşince yavaş yavaş yerini ikna olmaz bir anlayışa bıraktı. Ortaya atılan
iddialar öncelikle Fenerbahçe taraftarı tarafından yeni sorular ve gittikçe
altı boşalan iddialar haline geldi.
Fenerbahçe camiasının büyük kısmı tarafından sevilen ama
herkesi de kapsadığını söyleyemeyeceğimiz başkan bu süreçte gösterdiği tutum
ile bir anda lider pozisyonuna geçti. Ve tam da o anda Özel Yetkili
Mahkemeler’in işleyiş biçimi kimseyi şaşırtmamak üzere Ergenekon, Balyoz, KCK,
Devrimci Karargah davalarında izlenen yollardan geçerek akla karayı, sapla
samanı birbirine kata kata bilinçleri çorba etmek üzere organize bir çabaya
girdi.
Yaşananları benzeştirerek yapılan operasyonun tüm parçaları
kapsamaması kafalarda soru işaretleri oluştururken ÖYM’ler ve soruşturmayı
sürdüren savcılar, ortaya muğlak ve belirsiz kanıtlar süren Emniyet Fenerbahçe
camiasındaki ilgiyi de haliyle iktidar bloğu ve Gülen Cemaati üzerine
yoğunlaştırdı. Operasyonun ilk şokunun atlatılması ile Fenerbahçe camiası
açısından sorunun da adı konmuş oldu: Fenerbahçe’yi ele geçirme operasyonu.
O gün hemen hemen eksiksiz tüm Fenerbahçelilerin iddiası
şuydu: Ortada yapılmış bir şike varsa bunun tüm sorumluları eksiksiz ve
ayrımsız cezalandırılsın. Ama futbolun tüm kirlenmişliğini Fenerbahçe üzerinden
aklamaya çalışıyorsanız da buna izin vermeyiz…
Nitekim tüm bu dava süreci bir yıl kadar Fenerbahçelilerin
yoğun çabasıyla Köprü yürüyüşünden, Silivri’ye, Çağlayan adliyelerindeki
duruşmalara kadar hep bir iktidar karşıtlığı ve bunun karşısında da yoğun
çatışmalarla sürdü gitti. Devlet her davada kalabalık grupları biber gazı, TOMA
ve coplar ile dağıtabildi. Her dava salonda görülenin yanında dışarda da ayrı
bir hesaplaşma ile sürdü gitti. Fenerbahçe camiasında yatan iktidar karşıtı
canavar bu yolda uyandı ve yaşananların adını net olarak ortaya koydu: Cemaat
Fenerle Başa Çıkamaz!
O gün cemaat olarak adlandırılan içinde iktidar partisini de
barındıran bir güçtü. Fenerbahçe ve Türkiye futbolunun simge isimlerinden
Lefter Küçükandonyadis’in cenazesinde Erdoğan’ın statta yaşadığı protestolar bu
ayrılmazlığı göstermek açısından oldukça önemlidir.
Devletin intikamcı yapısı hemen o sezonun son maçında
kendini gösterdi ki 12 Mayıs 2012 tarihinde oynanan Galatasaray maçından sonra
ortada o kadar olayı doğuracak sebep yok iken ortalık bir anda savaş alanına
döndü ve onbinlerce insan ayrımsız biber gazı ile provoke edildi. (Yaşananlar
sanki Gezi olaylarının provası gibiydi.)
Aziz Yıldırım’ın tahliyesine kadar geçen bir yıllık sürede Fenerbahçe
camiası çok yol aldı, iktidar ile arasına çok mesafe koydu. Bu süre tam bir
uyanmaydı.
Ayağa kalkma
Aziz Yıldırım’ın tahliyesi sonrası camia yelkenleri suya
indirmiş gibi gözükse de Gezi süreci esasında uyanmış camianın ayağa kalkması
için bir nedene ihtiyaç duyduğunu gösterdi. 3 Temmuz’un uyandırdığı hiç te
hesapta olmayan bir kitle bir anda Gezi sürecinin aktörlerinden bir tanesi
oluyordu. Dışardan bakanlar için anlaşılması zor gözükse de olayları takip
edenler için beklenen bir katılımdı bu. Daha Gezi olayları yaşanmadan kısa bir
süre önce Kadıköy’de taraftarlar(tesadüf ki bir önceki sene gibi yine 12 Mayıs
ve yine Galatasaray maçı) Reyhanlı’da yaşanan patlamanın sorumluluğunun
hükümette olduğunu görmüşler ve maçtan önce büyük bir katılımla bu durumu
protesto etmişlerdi. Her ne kadar Fenerbahçe başkanı Başbakan’dan önce bu
protestocuları terörist diye yaftalasa da bu durumu kimse takmamış aksine daha
da öfkeye neden olmuştur.
31 Mayıs günü kopan Gezi olaylarında Fenerbahçelilerin yoğun
katılımının okumasını bir yıl geriden başlatmak gerekmektedir. 3 Temmuz 2011’de
başlayan uyanış 31 Mayıs 2013 ile ayağa kalkmaya evrilmiştir. 10 Temmuz 2011’de
denenen ama yoğun polis saldırısıyla (Polisin ”gerekirse mermi kullanın”
emrinin kayıtları internette rahatça bulunabilir) yarım kalan Boğaz
Köprüsü’nden yürüyüş o gece tamamlanmış
ve şehrin iki yakası bir araya gelebilmişti. On beş gün boyunca gerek Gezi
Parkı’nda gerekse Türkiye’nin değişik şehirlerinde Fenerbahçeliler aktif olarak
görev almış ve taraftarlık kimliklerinin artık farklı bir anlam kazandığını
sokakta bizzat yaşayarak görmüşlerdir.
Çatışmaların yoğun yaşandığı Taksim Beşiktaş hattı kısa
sürede Kadıköy hattına kaymış ve burada 3 Temmuz’un yarattığı direnç ete kemiğe
bürünmüştür.
Liglerin başlamasıyla beraber sokaklarda sönümlenen
protestolar bir anda stadyumlara taşmış ve Kadıköy protestoların sayılı
merkezlerinden biri olmuştur. Özünde çok da yaygın yaşanmayan bu protest
yapının sayılı köşe taşlarından biri de Şükrü Saraçoğlu Stadyumu olmuştur.
Yürüyüş… Ama nereye?
Ve geldik son ve içinde bulunduğumuz döneme. Yargıtay’ın
Aziz Yıldırım hakkındaki kararı onamasıyla başlayan III. döneme. Bu dönemin en
önemli özelliği yeniden yargılama süreci ve 2013 sonunda artık açıkca ifade
edilen hükümet cemaat çatışması.
Hükümet Cemaat çatışması sonucunda yaşanan ve bir ucu
emniyete öbür ucu da yargıya uzanan kriz beraberinde yeni olasılıkları da
getirdi. Bu olasılıklardan bir tanesi de Özel Yetkili Mahkeme’lerin
kaldırılarak buralarda görülen davaların yeniden ele alınmasıydı. Yargıtay’ın
Aziz Yıldırım hakkındaki kararı onamasıyla beraber gündeme gelen bu yeniden yargılama
olasılığı da Fenerbahçe camiası için ister istemez hükümet üzerinde bir baskı
oluşturmayı da beraberinde getirdi. Aziz Yıldırım’ın aldığı cezaya rağmen
ülkeye dönüşü ve bu dönüşün kalabalık bir taraftar kitlesi tarafından
karşılanarak büyük bir protesto gösterisine dönüştürülmesi de bunun
göstergelerinden birisiydi.
Artık Fenerbahçe camiasının uyanışından değil kanlı canlı ve
de politik bir varlık olarak yürüyüşünden bahsetmek mümkün. Ama tam da burada
arabaşlıkta sorduğumuz soruyu yinelemekte fayda var: Yürüyüş, ama nereye?
Bu noktada kafaları kurcalayan ve de karar verilmesi
gereken, Fenerbahçe’nin çıkarlarına mı değerlerine mi yürüneceğidir. Çıkarlara
doğru yapılacak bir yürüyüş ister istemez şu anki hükümet ile bir uzlaşmayı
getirir ki tüm söyleminiz ve eyleminiz sizi Cemaat karşıtı konumlandırırken
hükümeti hep bu süreçlerden ayrı tutmayı getirecektir.
Fenerbahçe’nin şu ana kadar ortaya koyduğu ve bir anda
sportif bir özne olmadan politik bir kimlik olmaya doğru götürten süreç ise
değerleriyle özdeşleştirdiği ve özünde şu andaki hükümetle çatışkan bir
duruştur. Bu duruşun gerektirdiği ise şu ana kadar yaşanan herşeyin ayrımsız
bir biçimde AKP-Cemaat bloğu tarafından gerçekleştirildiği yönünde olduğu ve bu
bloğun hiçbir kanadıyla pazarlığa girilmemesi yönündedir.
Maalesef gelişmeler başta Aziz Yıldırım olmak üzere
Fenerbahçelileri çıkarlar peşinde koşmaya götürmekte ve bu da değerlerden
dirhem dirhem eksiltmektedir. Aziz Yıldırım’ın Erdoğan’ı camianın tepkisinden
koruyan davranışları ve en son üstü kapalı da olsa cezai yaptırımlara karşı
küfür kisvesi altında 34. Dakika protestolarını bastırıcı yaptırımları suyun ne
tarafa doğru akacağının sinyallerini vermektedir.
Başta da söylediğimiz gibi Türkiye Futbolu temiz bir sistem
değildir. Futbolu neresinden tutarsanız elinizde kalmaktadır. Bu pisliğin
temizlenmesi için ayrımsız ve topyekün bir arınma gerekmektedir. Ne biri eksik
ne biri fazla. Bu temizlenme simge kişilikler üzerinden ve yetersiz kanıtlarla
yapılamaz.
Mücadele ve sol
3 Temmuz 2011 için Fenerbahçe camiasının miladı diyebiliriz.
O güne kadar polisle yaşadıkları karşıtlıklar daha çok tribünsel meselelerle
olurken (‘Sandıkta Görüşürüz Mesut Bey’ pankartı ile yaşananı ayrı
değerlendirmek gerek) o tarihten sonra ciddi politik karşı karşıya gelişler
yaşandı. Her dava günü irili ufaklı yaşanan çatışmalar 12 Mayıs 2012 tarihinde
resmen polisin bir intikam saldırısıyla karşılık buldu. Protestolar artık
stadlardan meydanlara yansıdı, Bağdat Caddesi’nde düzenlenen protesto
gösterileri, Kadıköy mitingi ve 1 Mayıs’lar stadyumların karşılayamadığı ve
alanlara taşan Fenerbahçelilerin yeni meskenleriydi.
Gezi olaylarına kadar bu hareketler özellikle sol camiaların
görüş açılarının hep dışında kaldı. Gezi, bu ülkede taraftarlık denen bir
varoluşun gerçekte nasıl da politikleştiğini göstermesi açısından oldukça
önemliydi. Nasıl ki 90’lar sonrası sol aydınlar futbola olan ilgilerini açığa
çıkarttılar, Gezi’den sonra da sol taraftarları keşfetti diyebiliriz sanki. Ama
halen Gezi’nin etkisi dışında, yani yedek bir güç olarak algılanmaktan öteye
gitmemektedir.
Kulüp taraftarlığı genel toplumsal havadan ve politik
varoluşlardan soyut değildir. Bu anlamıyla bu camiaların politik duyargaları
sonuna kadar açıktır. Özellikle Fenerbahçe gibi camialarda bu tip politik
yönelim dönemlerinde tek başına belli grupların seslenmesi yeterli
olmayabiliyor. İş bu açılmış duyargalara kalıcı, samimi bir şekilde seslenmeyi
gerçekleştirebilmekten geçmektedir. Sol yüzünü biraz da bu tarafa çevirebilirse
hem buradan yükselen çığlığı görmek hem de yeterince kirlenmiş ve yozlaşmış bir
düzene karşı çıkanlara destek vererek futbol ortamının sömürü çarklarına çomak
sokulmasını sağlayabilir.
Tek başına bırakılan bu mücadelenin AKP ve Cemaat ile
uzlaşmasını engellemek daha fazla dayanışma gerektiriyor. Yani en klasik
tabirle maalesef kurtuluş yok tek başına…
Vamos Bien