12 Mayıs 2018
Cumartesi
Bordeaux: 4 Toulouse:
2
Bordeaux seyahati kesinleşince benim için klasik olarak maç
tarihlerinin açıklanmasını beklemekten başka yapacak bir şey yoktu. Maç
tarihleri açıklanıp bilet alma işini de internet üzerinden yaptıktan sonra (kale
arkası 15 Euro) ayrı bir heyecan kapladı içimi. Kolay değil, yaklaşık bir
yıldır stattan maç izlemiyorum. En son gittiğim maç yanlış hatırlamıyorsam geçen
Nisan’da Gümüşlükspor maçıydı. Ulan Passolig yuvasız kuşlar gibi olduk senin
yüzünden be.
Neyse, güzel bir Fransa ziyareti oldu. Gurbetçi Pagan
kardeşim Barış’ı ziyaret ve ardından Fransa’nın yemyeşil bir köşesinde ruhumuzu
ve gözlerimizi doğanın en canlı halleriyle doldurduktan sonra maç gününe
geldik. Yaklaşık 280 günü yağmur altında geçen Bordeaux ’nun ziyaretimiz
boyunca en yağışlı gününün maç günü olması tesadüf değildi elbette. Allahtan
akşama doğru yağmur dindi de ıslanmak zorunda kalmadım.
Kişisel tarihimde Bordeaux ’nun ayrı bir yeri vardır. Her
sene bütünlemeye kalan bir lise öğrencisi olarak 1985 yılında liseyi bitirmek
için kalan bir kaç dersimden birinin bütünlemesi tam o geceydi. 1985, O Gece ve
Bordeaux üçlemesi bir araya gelince
Fenerbahçeliler bahsettiğim şeyi hemen anlamışlardır. Tigana’lı, Gires’li
Batista’lı Fransa şampiyonu Bordeaux ’yu Bordeaux ’da 3-2 yendiğimiz Şampiyon
Kulüpler Kupası ilk tur ilk maçının olduğu o gece işte. Televizyon yayınsız
destansı bir maçı radyodan dinleyerek ders mers çalışamamış ertesi gün sınava hiç
bir şeyi umursamadan girmiştim. İşte Bordeaux benim için Selçuk demekti, Şenol demekti,
Hüseyin demekti. Bordeaux 1968
Manchester City destanından 17 yıl sonra Fenerbahçe’nin en önemli zaferiydi. Ve
bu şehir aklıma hep böyle yazıldı.
Bir de oluklu çatı yapılı eski stadıyla. Gönül bu statta bir
maç izlemek isterdi fakat maalesef Bordeaux 2015’den beri yeni stadı Matmut Atlantique’de
maçlarını oynuyor. Ve genelde her yeni stat gibi şehirden dışlanmış, izole bir
yapı. Modern mimarisi, rahat giriş çıkış imkanı, geniş koridorlar, büfeler,
tuvaletler filan her şey çok konforlu, kullanışlı ve steril. Yerde nerdeyse bir
kağıt parçası bile yok. Büfelerde bira, pizza filan her şey mevcut. Yani
evinizde pizza yiyip bira içer gibi maç seyredebiliyorsunuz. Çok modern ama bir
şey eksik...
Fakat gerçeklik sizi stada girerken hemen yakalıyor. Bilet
kontrolünden sonra uzun merdivenlerin başında Virage Sud’ün gerçek sahipleri
sizi karşılıyor. Ve nasıl baskı altında olduklarını, seneye statta yer alamama
durumları olduğunu ve karşı karşıya kaldıkları ceza yükünü dayanışmayla aşmak
için yardımda bulunup bulunamayacağını soruyorlar tribüne giren herkese.
Elbette karşılıksız değil. Ellerinde bir atkı ve bir de sticker dolu zarf var.
Atkı 15 ikisi bir arada 20 Euro. Merdiven başında ingilizcelerimiz elverdiğince
sohbet ediyoruz genç Ultramarin ile. Sohbeti çok uzatmıyorum, çocuğun bir
görevi var ve engellemek olmaz. Bir atkı alıp tribüne geçiyorum. Bordeaux Ultraları güney tribünü olan Virage Sud’de
hemen kale arkasını mesken tutmuşlar. Tam kalenin arkasına denk gelen iki blok
grubun denetiminde Ortadaki demir yükseltide ana liderler iki kenardaki demir
yükseltilerde de ortadan gelen talimatları kenarlara yaymak için ellerinde
megafon bulunan ultralar var. Tribünü ortada üç kişi yönetiyor ve üçünün de
elinde birer mikrofon var. Maç başlamadan yarım saat öncesinden maç sonuna
kadar bu üç mikrofon susmadan tribüne hitap ediyor ve günün de özelinde tamamen
protestoya dönük bir duruş sergiliyorlar. Maçın büyük bölümü miting havasında
geçiyor. Fransızca bilmemek kötü oldu. Sağda solda da çok İngilizce bilen
olmayınca söylevlerin vurgusu ve sertliğinden öfkeyi kavramaya çalıştım. Gerçi
çok zor olmadı öfkeyi anlamak ama içerik de önemli tabii. Bu üçlü sırayla
tribüne ajitasyon çekerek bestelere giriş yapıyorlar ve tribün de öfkeyi sahaya
yansıtıyor. Maç boyu bu sahne nerdeyse hiç değişmedi. Gollerde sevinç ve klasik
besteler dışında hep böyleydi.
Maç başlarken açılan pankartlar ile renklere olan aşk ve
taraftara dönük ihanet meşaleler eşliğinde protesto edildi ve ekranlardan
görebildiğim kadarıyla da televizyonlar bu görüntüyü göstermekten kaçınmadı.
Sonuçta ortada bir protesto var ve bunun da bir şekilde haber değeri var.
Bizdeki gibi, görmezsek sorun da yok! tarzı bir yaklaşım değildi sanki.
Maça gelirsek, Bordeaux – Toulouse maçı çok yakın olan bu
iki şehir açısından bölgesel bir derbi. Bu maç Toulouse için biraz farklıydı.
Galip gelmeleri gerekiyordu keza aksi her tür sonuçta küme düşme durumları
netleşecek gibiydi. Maça da atak başladılar ve Jimmy Durmaz’ın (Gençler’e selam
J) asistiyle de öne
geçtiler ama arada yedikleri dört gol sonrası skoru belirleyen golü atarak maçı
kaybettiler. Ve bu maçın taraftarlar açısından önemli bir diğer noktası da Toulouse
taraftarlarının Bordeaux maçı öncesi kulübün genel politikası sonucu takımın
düştüğü bu hali protesto ederek bu önemli maça gelmemeleriydi. Maçtan birkaç
gün önce kulübün kapısına kombinelerini ve bayraklarını bırakarak bir nevi
mevcut yönetim altında taraftarlıktan istifa ettiklerini bildiren bir harekette
bulunarak böylesi önemli bir maça gelmekten de imtina etmiş oldular.
Velhasıl, kısa Fransa ziyaretine sıkıştırdığım bu maça benim
için skordan çok taraftar protestoları damgasını vurdu. Fransa’da halen
sönmeyen bir ateşin olması ve halen taraftarların yönetim, federasyon, polis ve
taraftar üzerine yönelen baskılara boyun eğmiyor oluşu bir yandan umut bir
yandan da kendi gerçekliğimiz açısından hüzün yarattı.