Yıllar önce bir tur ile Barselona’ya turistik bir gezi
yapmıştık. Türk rehber eşliğinde yaptığımız yarım günlük şehir turunun bir
yerinde, Katalonya Parlamentosu’nun önünde rehberimiz özerk parlamento ve orada
konuşulan dil ile Katalan bayrağı hakkında bizleri bilgilendirirken arkamda
tura katılan iki kişinin ‘nıç, nıç, nıç’ diye rehberin anlattıklarını ayıplayan
tavırlarına şahit olup basmıştık kahkahayı.
Esasında refleks olarak yaptıkları kendi düşünceleri
çerçevesinde çok da yanlış değildi. Kendi memleketinde de özerklik isteyen ve
bir başka dili konuşan kesimlere nasıl tavır alıyorsa orada da egemen güçten
yana tavrını koymuştu hemşerilerimiz. Ne zaman Barselona maçı izlesem aklıma bu
sahne gelir. Bu anlamda Barselona maçlarının her hafta ekranlara sansürlü
yansıması en doğrusu olmalıdır. Neden kendi ülkemizde benzer talepleri
ekranlara yansıtmazken el alemin ‘özgürlük’, ‘bağımsızlık’ taleplerini ve ‘ayrılıkçı’
bayraklarını izlemek zorunda kalalım ki? İşin ucunda Messi, Arda olsa bile
ayrılıkçı haykırışları çekmek zorunda mı bu millet canım? Ailenle oturmuş güzel
bir Barça maçı izlemek için televizyonu bir açıyorsun karşında nal gibi ‘Katalonya
İspanya değildir’ yazan bir pankart. Oyyy! Çocuğunun mu gözünü kapatacaksın,
eşini mi bu günah laftan koruyacaksın? Alimallah ya bir kupa maçında ülkemizde
de böyle bir pankart açılırsa? (Geçen sene Azerbeycan’da oynanan Barselona –
Sevilla UEFA Süper Kupa Final maçında Barselona tribününden 40 dakika
sarkıtılan koca Kürdistan bayrağını TRT’den izlerken de aynı paniğe kapılmıştı
zaten o kişilik. Yine mi Barselona?! Esas bölücü bunlar vallaha, hep onların
başının altından çıkıyor zaten bu özerklik, öz yönetim falan. Kesin bu TAK’ın
da bunların Tiki-Taka’sıyla bir alakası vardır. Aydınlık bu konuyu araştırsa
iyi olur.)
Allahtan bizde açılmaya çalışılanlar en fazla çocukların
öldürülmemesiyle falan alakalı. Ona da zaten gerekli muameleyi göstermekte geç
kalmıyorlar.
Solun futbola
bakışında ezberi bozamama sanatı
Şahsen çok yerde, uzun zamandır yazdım. Herhalde uzun zaman
yazmam diyordum ama on yılda bir tekrar etmek işin doğasında varmış demek ki.
Belli klişeler var ki böyle dönemsel ortaya çıkıveriyor. İşte onlardan biri de
şu meşhur futbol-afyon ilişkisi ve ardından gelen Salazar’ın 3F’si. Daha da var
da şimdilik buradan devam edelim.
Çok uzatmadan, kısaca şöyle söyleyeyim: Hayatta her şey
kitlelerin afyonu olabilme potansiyelini taşır. Sinema da, Metrobüs de, çalışmak da, Facebook da pek ala
kitlelerin afyonu olabilir. Afyonluk,
söz konusu şeylerin tam da verili
düzenin devamı için nasıl bir manivela rolü üstlendikleriyle alakalı bir
durumdur. Çubuğu tersine bükebilme kabiliyeti gösterebilirseniz afyonun keyif
verici özelliğiyle karşı karşıya kalmanız da olasıdır.
Son yılların politikleşen tribün mücadelesi bu açıdan
dikkate değerdir. En tepe noktasına Gezi Direnişi ile ulaşan taraftar
hareketinin yarattığı etki neredeyse devrimci hareketin kitlelerin
militanlaştırılması hedefinin yaşama geçmiş hali gibiydi. Gezi sonrası sezonun
pek çok stadı ortalama sol bir mitingde atılan kadar siyasi slogana sahne
olmuştur herhalde. Ali İsmail Korkmaz’ın ailesinin Şükrü Saraçoğlu Stadı’nda
izledikleri maç sonrası binlerce insanın attığı ‘Katil devlet hesap verecek’
sloganı ise bu siyasileşmenin en uç noktasıydı. Bundan ötesi ise Türkiye sol
siyasetinin ana sorunuyla bizi yüz yüze bırakır ki bu artık futbolun ve onun
yarattığı etkinin konusu değildir: Bunca politikleşmiş insanın örgütlenme
sorununu sol siyasi partiler çözemezse kitleler ne yapsın?
Amedspor ceza
sahasına girdi
Bu kısa girizgahtan sonra son günlerin futbol–politika
sarmalında yer alan konusuna gelelim: Amedspor. Öncelikle konuyu bir yerli
yerine oturtalım. Kafalarda var olan Diyarbakırspor-Amedspor karışıklığına bir
açıklık getirelim. Diyarbakırspor 1968 yılında kurulmuş ve 2013 yılında kapanma
noktasına gelmiş ve yıllarca en üst ligde mücadele etmiş bir kulüptür. Amed SK ise 1990 yılında amatör olan bir
kulübün Diyarbakır Belediyesi tarafından satın alınarak önce Diyarbakır
Belediyespor, sonra da sırasıyla Diyarbakır Büyükşehir Belediyespor, Diyarbakır
Büyükşehir Belediyesi DİSKİspor, yine Diyarbakır Büyükşehir Belediyespor ve en
son bugün Amedspor olarak adlandırılan Amed Sportif Faaliyetler adını almıştır.
Bu iki kulübün dışında Diyarbakır’da bir de Diyarbekirspor vardır. Bu kulüp de
geçmişte Yeni Diyarbakırspor ismiyle faaliyet sürdürürken Diyarbakırspor’un
kapanma durumuyla karşı karşıya kalmasıyla kulübün boşa çıkan amblem ve
renklerine sahip çıkarak ismini Diyarbekirspor olarak değiştirmiştir.
Diyarbakır’da genel durum böyledir. Şimdi bunu neden yazma
gereği duydum? Şunun için; Diyarbakırspor’un bir dönem devlet projesi olarak
ele alınıp afyon olarak kullanılma durumu ile bugünkü Amedspor’un durumunun birbirine
karıştırılmasına engel olmak için. Evet, bir dönem Diyarbakırspor devletin tüm
imkanlarıyla desteklenmiş, başarılı olması için ilginç yöntemlere dahi
başvurulmuştu. Fakat bölgenin ve şehrin genel yapısı bu durumun çok da uzun
soluklu bir proje haline gelmesine imkan tanımamış ve hızlı bir düşüş ile süreç
en dip noktada sonlanmıştır. (Kuşkusuz bu düşüşün başka nedenleri de vardır ama
onlar bambaşka bir yazının konusudur.) Yani futbol dünyasına en yabancı ama en
klişe tabirlere teşne okur için şöyle ifade edeyim: Devletin Diyarbakırspor’dan
‘milli’ bir takım yaratma çabası Barselona karşısındaki Espanyol gibi kalmıştır. (Espanyol, Barselona
şehrinde bulunan diğer takımdır ve İspanyollar tarafından kurulmuştur. Şu anda
onlar da kendilerini Katalan olarak tanımlasalar da uzun yıllar Katalanlara
karşı merkezi hükümeti temsil etmişlerdir.)
Bağımsız taraftarlık
örnekleri: Barikat ve Mor Barikat
İşte bugün Amedspor’un yarattığı etki, 1999’da Diyarbakır
Belediyesi’nin DEHAP tarafından kazanılmasıyla birlikte şehrin değişen ruhuyla oluşmaya
başlamıştır. Malumunuz, futbol onca sorun arasında ilk sırayı almamaktadır. O
yüzden bu süreç biraz zamana yayılarak yaşanmaktadır. Şehrin yukarda
bahsettiğimiz ruh haline yakın kısmı yavaş yavaş gözlerini Diyarbakırspor’dan
çekerek DİSKİspor ve sonra da Büyükşehir Belediyespor’a çevirmişti. İlginin
artması ise kulübün ismini değiştirip Amed adını alması ile oldu. Daha doğrusu
tüm ülkeye yayıldı. Bu ilgiyi perçinleyen şey ise kulübün bağımsız taraftar
oluşumunun ortaya çıkmasıydı. İsimlerini de şehrin ruhuna uygun olarak Barikat olarak seçmişlerdi ve futbolun
alışılmış erkek egemen yapısını gerileten kadın taraftarlar Mor Barikat ismiyle
organize oldular. Bu tip tribün grupları genelde isim olarak kalır ve ortalıkta
efsane olarak dolaşırlar. Fakat Amedspor’un tribün karşılığı olarak bu
isimlerin şehir efsanesinden çok, kalabalıkları organize eden bir yapısının
olması, gittikleri her şehirde bırakın kendilerine ayrılan tribünü, stadın geri
kalanını da dolduracak kadar insan çekmeleri ilginin ne kadar çok ve gerçek
olduğunu göstermesi açısından önemli.
Tarihsel mücadelelerin spor müsabakalarına yansımış
biçimleri ister istemez sahalara bambaşka sorunları yükler. ABD-İran,
Fransa-Cezayir, Almanya-Hollanda, Celtic-Glaskow Rangers, vb. karşılaşmalar hep
spordan öte anlamlar yüklenen karşılaşmalar olmuştur. Şu an Amedspor’un
yüklendiği misyon da biraz bu yöne doğru gitmekte, temsil ettiği nitelik
kendisini bir kulüpten daha fazlasına doğru taşımaktadır. Geçmişin
Diyarbakırspor’unun bir dönem için ‘Espanyollaştığı’ noktada Amedspor da ‘Barselonalaşma’
durumu ile karşı karşıyadır denebilir. Bunu sportif başarı ve Barselona’nın
endüstriyel futbolda tuttuğu yer olarak okumayın lütfen. Katalanların gözünde
FC Barselona’nın kimlik ve temsiliyet anlamında edindiği meşru yerdir burada
kast edilen.
Bu durumun devletin de bu anda istediği bir şey olmadığı
görülmektedir. Kulübün aldığı cezalar bunun en iyi göstergesidir. Maddi
cezalar, seyircisiz oynama cezaları, futbolcuya kesilen cezalar hep dile
getirildiği biçimde çifte standart içerisinde yanlı verilmiş cezalardır ve bu
yaklaşım da devlet açısından Amedspor karşısındaki konumlanmayı netleştirir.
Resmi cezaların yanı sıra kulübün isminin canlı yayınlarda söylenmemesi,
spikerlerin açık biz-onlar şeklinde yaklaşımları, ekranlardan kaçırılan
görüntüler de hep bu resmi yaklaşımın sonuçlarıdır.
Bu arada şunu da belirtmeden geçmeyelim, bugün Amedspor
popüler olduğu için ön planda durmakta ve çok konuşulmaktadır. Yoksa benzer
durumlar bölge takımlarının hepsi için geçerlidir. Dersimspor’un, Cizrespor’un yaşadıklarını ayrı
ayrı anlatmak gerekir.
Başka bir spor mümkün
Tekrar Amedspor’a dönecek olursak, eşşeğin sevmediği hesabı,
Amedspor bugün devletin burnunda biten ottur. Her yerden susturulmaya çalışılan
barış çağrılarının yeşil sahalarda dile gelmesidir. Beyaz şovun Ayşe öğretmeni
gibidir. Bir suç yoktur ortada ama ceza sahasında hakemin uydurduğu kusurlu bir
hareket vardır.
Günün ağırlaşan siyasi havası içinde Amedspor’un varlığı bu
havayı dağıtıcı bir rol oynuyor mu diye bir bakmak lazım. Dağıtıcı bir pozisyonu olmadığı kolayca
görülecektir. Ama futbol ile ilgilenenler açısından olayın popülizme kurban
gitmesi her halde en üzücü şey olur. Ardına bir şehri ve şehirden öte bir ruhu
almış kulübün kendi anlayışı etrafında toparlanarak ortaya bir Barselona modeli
çıkartmaması için hiçbir engel yoktur. Hele içinde bulunduğu atmosferde herkes öz
yönetim havası solurken ve Rojava’da bambaşka bir hayat yeşermeye başlamışken.
Spor ve özellikle kitleleri peşinden sürükleyen spor dalları,
oluşturduğu mitler ve elde ettiği başarılar ile beraber belli modeller
oluşturabilir ise ortaya herkese keyif verici bir madde çıkar. Amedspor bu
modelin olumlu anlamda sinyallerini vermektedir. Bu bünyede özellikle
kadınların spor sahalarında ve tribünlerinde yer bulması oldukça önemlidir. (Mor
Barikat’ın yanı sıra Amedspor’un kadın futbol takımını takip etmenizi öneririm.)
Velhasıl, Amedspor kendi bağımsız yolunu çizerek
sahalarımızda pek görmediğimiz hareketleri geliştirmeye müsait bir ortamdadır.
Devletin bugüne kadar farklı yollarla geliştirmeye çalıştığı uyutma projelerine
karşı uyanış projeleri ile Barselonalaşma ve St. Paulileşme hamlesi pek ala
mümkündür. Bu yönde atılacak adımlar futbolu cendere altına almış olan
endüstriyelleşme sömürüsüne de güzel bir cevap olma özelliğini taşıyacaktır. Eşit
ve özgür bir hayat mücadelesinde neden farklı bir spor anlayışı da yeşermesin
ki?
Yanlış anlaşılmasın, bu yazı tepeden bakan bir akıl verme
yazısı değildir. Tamamen şahsi gözleme dayalı temenni yazısıdır. Elbet kulübün
sahipleri olan üyeler, taraftarlar, şehir halkı ve yöneticiler buna beraber
karar vereceklerdir. Temennimiz şudur ki; Amedspor için oyunun neredeyse tamamı
‘ceza’ sahasında oynanıyorken neden pozisyonlar gole çevrilmesin?