Gümüşlükspor: 2 – Göltürkbüküspor: 0
29 Kasım 2015 Pazar
Geçtiğimiz haftasonu (28-29 Kasım) Bodrum’da Gümüşlükspor’un maçındaydık. Olaya tek başına böyle bakacak olursak Amatör Lig’e yapılan bir maç izleme organizasyonu olarak yazabiliriz hikayeyi. Hele işin içinde Gümüşlükspor Başkanı Nejat İşler de olunca olay medyatik bir boyut kazanabilir. Ama bu sadece işaret edilen yönü gösteren parmağın ucuna bakmak olur. Hele hikayenin tamamını bilmeyenler için. Anlatmaya bir yerden başlayalım...
Mertlik bozuldu be
abi
Bundan on sene önce bir
grup rahatsız Fenerbahçelinin bir araya gelmesiyle başlıyor hikaye. Rahatsız
dediysek aklen değil, yanlış anlaşılmasın. Tamamen düzensel rahatsızlıklar.
Sevdalı oldukları renklerin piyasa malı gibi satılmasından, buna dayalı
ticaretin bir düzen oluşturmasından ve ne varsa değer bilinen, hepsinin paraya
endeksli olmasından rahatsız bir grup insandan bahsediyorum. İşte bu insanların
bir araya gelmesiyle belki de Kadıköy’de endüstriyelleşme karşıtı söylemler
daha bir gür dillendirilmeye başlandı. Piyasanın tüm eziciliğine karşı bir
barikat kuruldu ve o barikat arkasında toplandı bu durumdan rahatsız insanlar.
Koskoca bir endüstri bir avuç ‘çapulcu’ ile alaşağı edilebilir mi? Elbette zor.
Ama bazı kavgalar vardır yenileceğinizi, dayak yiyeceğinizi bile bile girmek
zorundasınızdır. Çünkü o yenilgiyi, kavgayı yapmadan tatmak daha ağır gelir.
Neyse, Kadıköy cephesinde on sene önce böyle başlayan hikaye bugün artık bir
inat hikayesi olarak devam ediyor. Her tür dayatmaya karşı bir inat. Olayı kuru
bir inattan dirence geçiren ise bu yolda atılan kimi adımlardır bana göre. İçinde
bulunmak zorunda olduğun durumu kabul etmeme, ona başkaldırma ile beraber gelen
bir çığlıktır bugün duyduğunuz bu ses. Ne kadar kişiye ulaşır, kaç kişiyi
etkiler bilemem ama olan tam anlamıyla budur.
Heyecan, gittikçe maddi
gücün yarattığı etkiyle ölçülür oldu. Ne kadar zenginsen o kadar güçlüsün. Bir
takımı veya kulübü yönetme becerisi tamamen maddi gücü yönetme becerisiyle eşitlendi.
O yüzden büyük, kurumsal şirketlerde gördüğümüz yönetici unvanları spor
kulüplerinde de görülür oldu. Ve bunun adı da her zaman ilerlemeyle eş tutuldu.
Tüm bu süreçte olan da saf ve karşılıksız duyulan sevgiye oldu. Hatta bu işin
ana sermayesi o oldu. İşte en genel anlamıyla bu ‘sermaye’ kavramına karşı
olanların rahatsızlığıdır sıkıntının adı.
Ayrılık sevdaya dahil
Evet, olayın genel
çerçevesi para ile çizilirken çerçevenin içinde kalanlar da çok iç açıcı değildi.
Tribünden Edip Cansever dizeleriyle bahsedersek eğer, ‘Ne kadar
benziyoruz Türkiye’ye Ahmet Abi’ dökülüverir dudaklarımızdan. Yalan da değil
hani. Özellikle içinden geçtiğimiz dönemde Türkiye gerçeklerinden biri de kendinden
olmayanı yok etmektir. Bunun futbol camiası açısından en popüler örneklerinden
biri Passolig, bizim deyişimizle Faşşolig’dir. Dayatmanın ve ihyanın dik alasıdır
ve artık küçük bir azınlık dışında genelden kabul görmüştür. (Bu konudaki
ilkesel duruşu en yakınımızdakilere dahi anlatmayı başaramadığımızı görmek nasıl
acı veriyor anlatamam.)
Uygulama beraberinde yeni
bir inat hikayesini de getirmektedir. Bugün bu kartın dayatmasına başkaldıran
halen az bir kesim taraftar bulunmaktadır. Bu taraftarların inadı da ister
istemez bir arayışı da beraberinde getirmektedir. Arayışın dolambaçlı yolu da
zayıf bir dayanışma köprüsünden geçmektedir. Faşşolig’den elimizde kalan yegane
olumlu şey de bu dar ve zayıf köprüdür. Bu köprüyü sağlamlaştırarak ve genişleterek
yarınlara gidebiliriz. Yoksa uçurum kolay kolay aşılacak gibi değildir.
Bugünden bize kalan da Attila İlhan’ın dediği gibi ‘Ayrılık sevdaya dahil’dir.
Gümüşlük’e giden yol
Bu duygu ile ‘sevdamızdan’
ayrı bırakılırken bu ayrılığın ilkelerden taviz vermeden ancak dayanışma ile aşılacağının
bilinciyle önce kendi tribünümüzde, sonra şehrimizde, sonra yaşadığımız
topraklarda, en son da kıtada bir ağ kurmak ve direnmek kaçınılmazlaşmıştı. Bir
önceki cümledeki sıralamayı aynen izleyerek bugüne geldik. Geldik ama
samimiyetle söylemeliyim ki bütün girişimler içinde direnci barındırırken ivme
yukarı doğru gitmedi. Bu tamamen başka bir yazının konusu ama hesabını vermek
açısından önemli.
Neyse, burada vurgu yapmak
istediğim futbolun endüstriyelleşmesine ve yaşadığımız ülkede ama öyle ama
böyle bütün sorunların bir yumak gibi birbirine bağlandığından hareketle gelişmelere
karşı kayıtsız kalmamakla alakalı konudur. Ta en baştaki Gümüşlükspor maçına
gidiş hikayesi geçtiğimiz aylarda yaptığımız Amedspor ve Cizrespor dayanışma
ziyaretlerinden ne eksik ne de fazladır.
Ve hikayenin çıkışı ve kesişme
yolları da içinde Fenerbahçe’yi, Kürt meselesini, futbolu, dayanışmayı ve
bilimum güzel şeyi barındırır.
Nobre topla buluşur
ve...
Şairlerden girdik mevzuya,
duvarda asılı tüfek misali oradan devam edeceğiz. Bundan yaklaşık iki sene önce
bir kitapçıda rastlamıştım Akif Kurtuluş’un Mihman isimli romanına. Akif
Kurtuluş, gençliğimize iz vuran şairlerdendir. Roman yazdığını bilmiyordum ve
gayriihtiyari elime aldım romanı. Kitabın arkasını çevirince kısacık tanıtımda
vurdu beni Fenerbahçe ve bir solukta okuyuverdim romanı. Ülkenin ve bölgenin en
kanayan yarasına basmıştı parmağı. Üstelik de sarı lacivert bir fonda. Oracıkta
başladı hikaye. Ali Ersin isimli bir arkadaşımızın yaptığı bir röportaj ile
gelişti.
1 Kasım sonrasının yarı
hüzünlü havasında Kadıköy’de rakılı balıklı bir akşamda pekişti. O masada yapılan
bir davet ile derinleşti. Gidebilir miyiz, gidemez miyiz denen bir maç daveti
bir anda 50 kişilik bir organizasyona dönüştü. Ne de güzel oldu.
Bodrum’a karanlığa
inmek
Üç koldan gerçekleşiyordu
Gümüşlük çıkartması. İstanbul’dan uçakla giden bizler, İzmir ve Denizli’den
gelen kafileler. İstanbul ayağı çoluk çocuk 24-25 kişi kadar vardık. Havaalanında
buluşmak halen heyecanlandırıyor ya bize ölüm yok hacılar. Şen şakrak, çoluk
çocuk, sarmaş dolaş ne güzel başladık yolculuğa. Bu ülkede telefonu bir müddet
kapattıktan sonra açmak için insan kendini hazırlamalı. Uçak inince açılan
telefonlardan aldık Tahir Elçi’nin ölüm haberini. Güneşli hava bir anda karardı.
Görüntüler, gelen haberler bir anda uzaklaştırdı bizi Bodrum’dan.
Gümüşlük’e indiğimizde
içinde bulunduğumuz durumdan biraz çıkmıştık. Öfkemiz ve daralan göğsümüz bir
yana, Akif Abi’nin güleç yüzü ve sohbeti bizi aldı başka diyarlara götürdü.
Kalacağımız yere yerleşip yeme içme organizasyonları ve gelen tüm ekiplerin bir
araya gelmesiyle geçmişten gelen çok güzel bir enerji çıkıverdi ortaya. Gece
yemekte kısa sürede organize edilen beste ile öfkemizi biraz da olsa sözlere dökebilmiştik.
Ne güzel şey
amatörlük
Çok yaşa sen Gümüşlük
Ertesi sabah kahvaltı
sonrası Nejat Başkan’ın ve takımın kaldığımız yere yaptığı ziyaret ile güne başladık.
Güzel ve güneşli bir havada yapılan sohbetler, karşılıklı tezahüratlar ile maç
havasına girmiştik. Hazırladığımız pankartlar ile çektirdiğimiz fotoğraflar
sonrası stada doğru yollandık.
Yarımadayı yakarız şampiyonluk gelince |
Maç başlamadan Gümüşlükspor
seremoniye Gümüşlük’te sokak köpeklerinin katledilmesini protesto ederek çıktı.
Zehirlenen ama kurtarılan Tom’a giydirilen Gümüşlükspor formasına biz de
tribünden gerekli desteği vermeliydik: Hepimiz köpeğiz zehirlerle bitmeyiz ve
Hav hav hav. Bütün canlıların yaşama hakkına sahip çıkmak insan olmanın gereği.
Necat Başkan :) |
Maç başladı ve yanan meşalenin
kokusu ile kafaları bulduk ve maçın sonuna kadar kurtlarımızı döktük. Gümüşlük
sakinlerine verdiğimiz rahatsızlık için özür dileriz ama bu önemli maçı da 2-0
kazandık, unutmayalım J
Neyse, çok güzel bir
haftasonu geçirdik. Futbolu her tür kirli ilişkinin dışında var etmeye çalışan
insanlarla dayanışma içinde olmanın verdiği huzurla şehirlerimize geri döndük.
O haftasonu havayı güneş içimizi de omuz omuza yaptığımız dayanışma ziyareti
ısıttı.