Vamos oluşumu ilk şampiyonluğunu İzmir’de yaşamıştı. Atatürk stadında çıldırmış, kendimizi otobüse yorgun atmış ne olduğunu neredeyse anlamamıştık. İlginçtir Vamos ile geçirdiğimiz yılların ikinci şampiyonluğu da yine deplasmanda kazanıldı. Evimizden kilometrelerce uzakta. O sevinci yaşamaya ve belki de yaşatmaya neredeyse ülkeyi bir uçtan diğer uca geçtik.
Klasik olacak belki ama şairin de dediği gibi ‘Büyük aşklar yolculuklarda başlar ve serüvenciler düşer yollara’. Her deplasman insanların paylaştıkları ve yaşattıklarıyla büyük büyük aşklar yaratıyor ve de uğruna yollara döküldüğü aşkını daha da büyütüyor. Olayın şampiyonlukla alakası yok. Şampiyonluk bir hedef ama yürünen yol değişmiyor. Hani sormuşlar ya topal karıncaya ‘nereye gidiyorsun?’ diye. O hesap. (Bu arada ‘Topal Karıncalar’ da fena grup ismi olurmuş ☺ )
Biz de artık iyice ısınan Haziran’a yüz tutmuş bir Mayıs gecesi inceden buluştuk Salı Pazarı’nda. Maçın Pazar günü oynanacak olması birçok planı bozmuştu ama yapacak birşey yok: Bu yol uzun ırak, varılacak mutlak...
Ekip yavaş yavaş toparlanıyor. Ortada henüz otobüs yok, ama Sivas yolcuları tek tek karanlığı yararak geliyor. Heyecan her yola çıkıştan farklı. Dönüşümüz nasıl olacak?
19 Mayıs tatili ve seçimler otobüs piyasasına gerekli darbeyi vurmuştu. Piyasada otobüs yok. Güç bela bulduğumuz otobüsün esasında 1993 senesinin en iyi otobüsü olduğunu görünce inceden bir titreme geçiriyoruz. Gecenin sorusu: ‘Düzceyi geçermiyiz?’ O saatte yapacak birşey yok. Doluşuyoruz otobüse. CK’lı dostlarımız da diğer 90’ların şahaserine geçiyorlar ve yola çıkıyoruz.
Otobüse bindiğimizde kaptanla otobüs arasındaki uyumsuzluk hemen farkediliyor. Kaptan otobüse kendi ruhunu veriyor da otobüs sanki o şekilde gidiyor gibi. Duruma uygun özlü söz: At sahibine göre kişner...
Fakat otobüsün kaporta durumdan habersiz, tekerlekler yeni havalanan uçak misali yoldan kalktı kalkacak, biraz daha iyi bir otobüs olsa (mesela ‘Coach of the year 95 veya 96’ ☺ ) kesin biz de uçak kaldırmış olacağız.
Otobüsün içi inceden deplasman havasına giriyor. Arka taraftan havayı ısıtan tezahüratlar ve açılan şişeler nerede olduğumuzu hatırlatmaya yetiyor. Arada bir yaptığım alkol kontrolleriyle IV Murat benzetmesinin gelmesi arasında kısa bir an bulunuyor. Kontrollü içilen içkiyle, kırmadan dökmeden bir yolculuk yapıyoruz. Esas eğlence dönüşte ne de olsa. Giderken barutu tüketirsek dönerken nasıl eğleneceğiz?
Uzun bir yola kendini hazırlamış bünyeler yavaş yavaş kendini bırakıyor. Arkadan bitmeyen bir Sezgin sesi dışında duyulan ses az. Ama o ses...
Sabah hava aydınlanmış ve millet nerede duracağını tartışırken uyanıyorum. Ankara’dayız. Bizi bekleyen Ankara yolcularını alacağız. Ve o an otobüs doluyor. Yavaş yavaş uyanmalar ve yeni gelenlerle kaynaşmalar derken herkes acıktığını farkediyor. Ufak bir istişare ile istikamet ‘Şöförler Federasyonu’ denen bir dinlenme tesisi. Vardığımızda anlıyoruz ki salt şöförler değil, aynı zamanda çilekeşler federasyonu dinlenme tesisleriymiş. Tam bizlik. İçerde birçok şöför ve bizi saymazsan bir tane de çilekeş mevcut.
CK ile görüşme ile aramızda bir miktar mesafe olduğunu anlıyoruz. Bekleme yanlısıyız ama bizim şöför Arif Kaptan çoktan otobüse binmiş de bizi çağırıyor. Çekmiş otobüsü yol kenarına gelene ‘hadi kamçılayalım’ diyor. Adama kızacaz, kızamıyoruz ☺ E hadi kamçılayalım bari diyip biniyoruz ki 200 metre gitmeden çekiyor kenara. Bir sorun var ama bize çaktırmamaya çalışıyor. Nitekim otobüs tekrardan çalışmıyor. Bi deneme, bi deneme daha derken en sonunda motordan gelen ses içimizi rahatlatıyor. Bekle bizi Sivas geliyoruz.
Bu arada sabaha karşı uyku arası duyduğum bir muhabbet geliyor yol tabelalarına bakarken. Ankara’dan telefon geliyor, bekliyenlerden. Kaç km var diye soruyorlar, kaptan 90 diyor. Bekleyen insanın ruh hali, ne kadar bekleyeceğini hesap edecek. Kaptan hemen ekliyor, ‘yarım saate ordayız’... Uyku arası bi hesap, saatte 180 km yapıyor. Kesin rüyadır diyorum ama değilmiş. Ne diyeyim bilemiyorum...
Sivas girişi klasik polis çevirmesi. Arama yapılacak. Bu sefer değişik bir uygulama var. Her araçtan (araba bile olsa aynı muamele) şöför ve bir sorumlu istiyor polis. Tutanak tutup olası olaylara karşı bir nevii zimmetliyor bizi. Kamçılı Arif Kaptan ile gidiyoruz polis arabasına. Polis plakayı sorduğunda Kamçılı ‘du bi bakıp geleyim’ diyor ya, orada ben nasıl anlatayım polise bu orjinaliteyi ☺
Stadın önüne geldiğimizde otobüsten inip Sivas Cumhuriyet Meydanına varıyoruz. Kısa bir şehir turu. Genelde deplasmanlarda alışık olmadığımız bir durum. Adana’dan gelen Şehmus ile buluşuyoruz. Nereye oturalım diye sorduğumuzda, meydanda belediyenin lokalini gösteriyor. Eli yüzü düzgün bir yere benziyor derken takım elbiseli bir heyet elimizi sıkıyor. Nooluyor demeye kalmadan kendilerini tanıtıyorlar,Sivas Belediye Başkanı!.. İçeri kocaman bir salona davet ediyor bizi. Yokolmaz demeye kalmadan bu sefer içerinin camları açılıyor ve kendimizi bir anda afilli masalarda oturur buluyoruz. Bir ikram, bir indirim neredeyse yok pahasına harika yemekler yiyoruz. Vallaha misafirperver bir Belediye Başkanıymış. Helal olsun.
Karnımızı da doyurduktan sonra saat erken olmasına rağmen kaşıntı başlıyor herkeste ve ver elini stad. Cumhuriyet Meydanından stada kadar önde bayrak, törene giden Hababam misali dökülüyoruz caddeye. ‘Kuşandık sarı laciyi...’ peşimize takılanlar, resim çektirenler, atkı isteyenler...
Stad önüne geldiğimizde pankartların alınmadığını öğreniyoruz. GFB Mecnun Başkan ile görüşmeye çalışıyor ama nafile. Kendi imkanlarımızla sokacağız. Tam o anda yağmurda başlıyor. Polis araması zayıflıyor ve pankartlar biraz zorlamayla içerde. Bayrağımızın sopası için oldukca fazla uğraşıyoruz ama en nihayetinde onu da sokuyoruz içeriye. Kayıpsız bir şekilde içerdeyiz. Saat 17.30 gibi girdiğimiz stad yavaş yavaş süsleniyor. Saatler geçtikce kapıdaki yığılma yerini izdihama ve bir Fenerbahçe klasiği olan kapıların açtırılmasına bırakıyor. Dışardakiler oldukca yıpranmış giriyorlar içeriye. Bizim ekip, alkolden ve izdihamdan uzak kaldığı için diri.
Bunun karşılığını da maçta görüyoruz. Fena değiliz. Ama genel olarak tribün iyi değil. Ardarda gelen goller ve kısa süren gerilim sonrası ŞAMPİYONUZ.
Ortalık toz duman. Polis elinde kamera bir sağa bir sola, meşale yakanları tespite koşuyor. Bırakın da kutlayalım şunu. Alex bile meşale istiyor. Ulan adam alacak 6 ay ceza. Giremeyecek maçlara bir di. Allahtan veren yok.
Yer yer yarılan tellerden sahaya giren yok henüz. Takım ikinci kez çıktıktan sonra ise artık sahadayız. Herkes resim çektiriyor. Sağa sola koşturuyor. Hemen omuzdan tutup başlıyoruz halay çekmeye. O da ne? katılan katılana. Çember gittikce büyüyor. Sahada çekilen halayın tadı da hiç bir şeyde yokmuş.
Kendimizi dışarı attığımızda aynı İzmir şampiyonluğu gibi sıradan bir maçtan döner havadayız. Ne yapacağız bilmiyoruz. İstanbul’da yer yerinden oynuyor. Ercan o an sağa sola koşturup ‘birşeyler yapalım’ deyince ilk gelen arabanın önüne atlıyoruz. Araçtakiler şaşkın, biz sallıyoruz arabayı. Sonra sal gitsin, bir araba daha derken karşımıza çıkan ATV naklen yayın aracına hücum. Adamlar bi korkuyorlar filan,tamam sorun yok diyoruz ve bir davul görüyoruz.Vur davulcu... Sonra otobüsü buluyoruz ki o da ne, otobüsün yarısı dolu. Otobüste bir çok münferit var.
Şampiyon olduktan sonra otobüste herşey serbest. İsteyen istediği kadar içebilir. Parti var otobüste partiiiii.....
İlk tekel bayiinden mazot dolumu ve ver elini otobüs. Önce bir mehter. Ama ne mehter, ön arka karşılıklı içimizi döküyoruz. Sadri Şenerden başlayan iç dökme YGS şifresinden HES’lere kadar gidiyor. Duran otobüs bizi zaptediyor. Kısa mola sonrası ise türkülerle başlayan ve önce halay, sonra trenle devam eden bir tur ve de ‘Fenerbahçe Şenola’ ve de ‘Mahmudu Niang...’ ☺
Sorgun civarlarında bir dinlenme tesisinde CK ile yaptığımız meşale şov ve gece 4’de yorgun bünyenin uykuya dalması...
Sabaha uyandığımda Ankara’yı geçmiştik. Sonrasında Mortenle karşılıklı tezhüratlarla İstanbul'a kadar kamçılaya, küsküleye geldik.
Temiz bir deplasman oldu, en nihayetinde.
2007’deki gibi uzaklardan aldık geldik şampiyonluğu...
Deplasman apayrı bir tutku..
YanıtlaSil